18 Şubat 2013 Pazartesi

PARLAMENTO, PARTİ SAHİPLERİ VE PARLAMENTERLERE AÇIK MEKTUP..


EMANETİN BEKÇİSİ,
HALK HİZMETKÂRLARINA AÇIK MEKTUP
Mustafa Nevruz SINACI
Cemil Çiçek, Parlâmento Başkanı,
Recep Tayip Erdoğan, Bakanlar Kurulu Başkanı
Veysel Eroğlu, Çevre, Orman ve Su İşleri Sorumlusu (ile)
Bütün parti sahipleri ve parlâmenterlere
Parlâmento/ANKARA
Konu: Parlâmento gündeminde yer alan, “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma” kanun tasarısı hakkında görüş, tenkit ve öneriler… (*)
Türkiye Cumhuriyeti’ni 55 yıldır, alçak ve küstah bir tavırla “dış kapıda bekletmek”, emsallere aykırı, insanlık, ahlâk ve evrensel hukuk dışı dayatmalara maruz bırakmak ve Türk Milletinin onur, şeref ve haysiyetini rencide etmek.; Ayrıca iç sorunlar yaratıp anarşi, terör ve tedhiş unsurlarına yardım ve yataklık yapmayı adet haline getirmek gibi “insanlık suçları” ile malul AB tarafından, müktesebat bahanesi dâhilinde fiilen kabule zorlanan; Halihazır, (usulen ve tefhimen) Parlâmento prosedürüne intikal “Tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu” nun gündemde yer alan mevcut haliyle Meclis’te görüşülmemesi; Emanetin bekçisi ve millet hizmetkârlarına dayatılan bu aykırı tasarı ve konuyla ilgili herhangi bir karara varılmaması ve Kanun’un ‘halkla istişare edilerek’ katılımcı bir süreçte yeniden hazırlanması konusunda ilgili makamlara görüş vermenizi; Milli Devletin, devlet mülkü ile ülkedeki bütün maddi varlıkların hakiki sahibi ve devletin unsuru aslisi; Emanetçisi ve mülkünün bekçisi olduğunuz vatandaşa ayrıntılı bilgi vermenizi ve milletle mutabık kaldıktan sonradır ki; Genel Kurula indirmenizi istiyor, hatırlatıyor ve “adalet ahlâkı ile evrensel hukuk adına” talep ediyorum.
Talebimin sebep, dayanak ve gerekçeleri aşağıdaki gibidir.
1-      Kanunun hazırlık süreci katılımcı değildi:
Kanun, sözde müktesebat gereği bir AB dayatması olup; konunun gerçek tarafı “halk, bilim kuruluşları, Üniversiteler, basın ve kamuoyuna açık katılımcı bir süreçle” hazırlanmadı. Bu haliyle şeffaflık ilkesine aykırı, kamu yararı aleyhine, karar alma süreçlerini ihlâl ile sakat ve katılım yönünden demokratik değildir!.. Ülkemizi 30 yıl önce hazırlanan yasaların daha da gerisine götürecek niteliktedir.
2-Doğal Sit statüsü kalkıyor, mevcut ve “milli servet” değeri yönünden korunan alanların statüleri yeniden değerlendirilecek:
Kanun’la birlikte ülkemizde bugüne kadar ilan edilmiş bütün korunan alanların (Sit, Milli Parklar, Yerel Habitatlar, Doğal ve Yaban Hayatı Koruma Alanları, vb) statüsü yeniden değerlendirilecek. Söz konusu yeniden değerlendirme sürecinin nasıl bir yöntemle, hangi usul, esas, kriter ve bilimsel esaslar göz önüne alınarak gerçekleştirileceği sarahaten tespit ve tayin edilmiş değil. Aksine, hüküm ve kavramlar çok muğlâk, esnek, belirsiz.. Tasarıyla öngörülen bu süreçte birçok Milli servet, kültürel değer, nadide eser, alan ve endemikler mevcut koruma statüsünü kaybedebilir, orijinal fauna tahrip edilebilir; Şu an için Ankara 100 Yıl Birlik Parkı kalkışmasında olduğu gibi kadim park ve bahçeler peşkeş çekilebilir. Yaşamın olmazsa olmaz şartı doğal denge bir daha tamir imar ve telâfisi kabil olamayacak derecede tahrip ve tarumara maruz kalabilir. Dolayısıyla ve bu yönüyle teşebbüs emanete hıyanet meyanındadır...  
Ayrıca mezkür Kanun tasarı ve teşebbüsü ile birlikte, mevcut ve meri ‘Doğal Sit alanı’  statüsü ortadan kalkmakta; Halen kısmi yahut bütünsel koruma kapsamında yer alan “mevcut eko sistem, milli servet, tabii değer, doğal sit alanı-orman, meralar ile; Geçerli bilumum kural, kanun ve tedbirlere rağmen, ülkemizin her tarafında “bilinçsizce, adeta insanlık, sürdürülebilir yaşam ve doğal değer düşmanlığı” ile ihtirasla, hırsla yağmalanan tarım ve ziraat arazilerinin  akıbetinin ne olacağı:, “Çok büyük bir tehdit, gasp ve tehlikeye maruz kalabilecek derecede” kuralsız, korumasız, tedbirsiz ve belirsizdir. Bu belirsizlik: Avrupa, Asya ve Orta Doğu’nun en zengin faunasına sahip ve fakat sürekli yağmalanan “mevcut Türkiye” şartlarında asla göze alınamaz. Zira çok iyi bilindiği üzere hali hazırda Türkiye yüzölçümünün yaklaşık % 4 - 5 civarı korunan alan statüsüne sahip olup; Bu alanların daha da genişletilmek suretiyle koruma işlem ve kapsamının genişletilerek sürdürülmesi hayati önem ve mutlak zarureti haizdir.
Kaldı ki; Türkiye’nin de taraf olduğu; Aynı AB ülkeleri ile gelişmiş dünya devletleri tarafından en kapsamlı şekilde, hassasiyetle, tam bir dikkat ve özenle uygulanan Uluslar arası Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi gereğince ülkemizin 2020 yılına kadar;
1) Doğal habitatlarının, (ekolojik değer, ekilebilir ve sulanabilir tarım, ekim, ziraat alanı, park, bahçe, mera ve orman; Nadir bitkiler, doğal havzalar ve endemik yapı) tahribat, amaç dışı kullanım ve kaybını sureti katide önlemek, ortadan kaldırmak; Merkezi veya yerel idarenin buna muktedir olamaması, aciz kalması gibi dumur hallerinde ise en az yarı yarıya azaltmak, her şeye rağmen mümkün olan yerlerde sıfıra indirmek;
2) Mümkünse tamamını, değilse karasal ve içsu alanlarının (havzaların) minimum % 17’sini, deniz ve kıyı alanlarının %10’unu korunan alan olarak ilan etmek; Gerçekten koruma altına almak, mevcut tahribatı imar ve ıslah ederek kıyı yağmasını bütünüyle önlemek; Denize şehir atıkları dökümü, lâğım ve atık su (kanalizasyon) bağlanması nevinden;. Ancak ve sadece insan altı idare unsurlarının işleyebileceği suç saiklerini kesinlikle men ve tedip etmek…    
3) Amaç dışı edinim ve tasarruflar sonucu, doğal yapısı bozulmuş alanların mümkünse tamamının, değilse en az %15’inin (hedef mutlaka tamamı olmalıdır) koruma ve restorasyon çalışmaları ile geri kazanmak hedeflerini yerine getirilmesi gerekiyor.
Oysa malum, münhasıran çıkar odaklı ve melhus tasarı bu haliyle yasalaşırsa bırakın yeni alanlar ilan etmeyi mevcutların bile etkin biçimde korunması mümkün olmayacaktır.
3-“Üstün kamu yararı” gerekçesiyle korunan alanlar yatırıma açılabilecek:
Parlamentoya sunulan taslak içeriğinde: “üstün kamu yararı” gerekçe gösterilerek korunan alanlarda her türlü yatırıma izin verilmesine ilişkin düzenleme var. “Üstün kamu yararı” ise açıkça tanımlanmamış. (Örneğin bir otoyol, enerji yatırımı, sanayi tesisinin bir milli park içerisinde veya milli parkı doğrudan etkileyecek bir bölgede yapılması mümkün olabilecek) Bu düzenleme teşebbüsü, “insani veya doğal hayatin davamı yönünden hayati önemi haiz ve halkın tamamının mutlak menfaatine müteallik zaruret halinde kamulaştırma yoluyla” tasarruf hariç olmak üzere,; Başkaca bir “üstün kamu yararı” düşünülemez… 
Mutlak bir hayati zaruret olmadıkça doğal fauna, ekolojik denge, bitkisel ve hayvani hayatın neş’et ettiği alanlar; Dereler, Göller, Su kaynakları, Deniz sahilleri, ekilebilir toprak, sulandığı takdirde yeşerebilir alanları: Sanayi, ticaret, yoğunluklu bina içeren turizm tesisi ve konut alanı olarak imar ve ikame etmek insana ve vatana ihanet etmektir.      
4- Bakanlık dışında kimsenin söz hakkı yok:
Kanun’un genelinde; Hali hazır AB ülkelerinde uygulanan usul ve esasa dahi aykırı olarak; Yöre halkının, bilim ve sivil toplum kuruluşlarının ve diğer hukuki hak sahibi malik ve paydaşların; Korunan alanların ilânı, planlaması ve yönetimi süreçlerine aktif bir biçimde katılımını sağlayacak hiçbir düzenleme, amir hüküm, takip ve denetim mekanizmaları yok.
16 Mart 2011 tarihinde kabul edilen tasarıda yer alan katılım mekanizmaları (Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu, Mahalli Tabiatı Koruma Kurulu ve Bilim Heyeti) bile iş bu tasarıdan (muhtemel art niyetler, bazı özel hesaplar ve sair çıkar sağlama niyetleri nedeniyle olsa gerek) çıkarılmış. Bütün dünyada biyolojik çeşitliliğin korunması için “katılımcılık” olmazsa olmaz fikir ve fiili bir ilke olarak benimsenmişken, bu Kanun taslak ve tasarısında halkın karar alma ve fiilen uygulama süreçlerine katılımını sağlayacak kanalların yer almaması kabul edilemez.
Ciddi bir takip ve koruma mekanizmasının yokluğu da büyük bir eksikliktir.
5- Milli Parklar Kanunu’nu yürürlükten kaldırıyor:
Kanun’la birlikte mevcut Milli Parklar Kanunu yürürlükten kalkıyor.
2873 sayılı “Milli Parklar Kanunu”, ülkemizde, doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesi. Oysa bu tasarıda korunan alan statülerinden bir tanesi olarak “milli park” statüsü yer almasına rağmen, bu kapsamda mütalâa edilecek alanların hangi usul ve esaslara göre yönetilip korunacağı belirsiz, muğlak ve muallaktır. Milli Parklar Kanununun (kabul edilmesi halinde) bu Kanun ile birlikte yürürlükten kaldırılması hali hazırda zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Park alanlarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir..
Özellikle son dönemde sayıları hızla artan ve çoğu “Mili Habitat’ın gerçek hak sahibi” halkın isteği hilâfına, şiddetli red ve tepkisine rağmen inşa edilmeye çalışılan HESlere açılan “karşı davalarda” Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanak ve bu tasarı ile beraber bu sağlam dayanak, her ne hikmetse “rantiyenin önündeki engel” anlayışı ile olsa gerek maalesef ortadan kaldırılıyor. Bu da ülkemiz, milletimiz ve geleceğimiz için büyük kaygı, kayıp ve engeldir.
Şu hale nazaran: Beklenir yağma, haksız edinim girişimleri ve peşkeş kalkışmaları karşısında stabilizatör değeri olan kanunlar mutlaka kalmalı veya onu ikame eden kanunda, daha etkin bir düzenleyici / koruyucu biçiminde yer almalıdır.   .
NETİCE OLARAK:
Gerek hazırlık süreci, gerekse getirdiği aykırı düzenlemeler itibariyle son derece sakıncalı ve endişe verici bu Kanun Tasarısı’nın mevcut haliyle yasalaşması halinde, zaten yıllardır ekilebilir alanları, ormanları, sit ve sair ekolojik değerleri yağmalanan ülkemizdeki doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin; Nadir bitkiler, doğal havzalar ve endemik yapı ve hayvan potansiyelinin kaybedileceği bir gerçektir.
Esas amaç ve kurulum ilkeleri bağlamında “Koruma” misyonundan uzak, adeta doğa koruma alanlarını ticari kullanıma açmanın yollarını tanımlamak için hazırlanmış bu Kanun tasarısının ülkemizin doğasını çok kısa bir süre içerisinde geri dönüşü olmayacak şekilde yok edeceğine inanıyorum. Bu alanda uzun yıllardır örnek çalışmalar yürüten birçok sivil toplum kuruluşunun da bu Tasarı’ya karşı çıktığını biliyor ve bu çabalarını yürekten destekliyorum.
Tüm bu olumsuzluklar, mücbir nedenler ve yaşamsal sebeplerle sizlerden bir an önce “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nı”; Millet iradesinin “yasama erki ve devlet idaresinde” yansıması olmaktan uzak parlâmento seçkinleri gündeminden çıkartıp,; Çok ayrıntılı bir biçimde ve milletle birlikte değerlendirilmesi ve “mevcut yapı çerçevesinde” bu kadar önemli, hayati bir ve milli bir konuda “halk adına karar verme hak ve salâhiyetinizin bulunmaması” cihetiyle; referanduma gidilmesi kaydıyla taslağı işlemden kaldırmanızı ve bu haliyle üzerinde karar almamanızı talep ediyorum...
Gelecek nesiller için çölleşmemiş, kirlenmemiş, yaşanabilir bir Türkiye bırakılmasını arzu eden ve “nihayetinde bütün parlamenterlerinde bir insan olduğu düşüncesiyle” içtenlikle ve kamu yararına, ulusal onur ve sorumlulukla hareket eden bir yurttaş olarak.; Sizlerden söz konusu  kanun tasarısının parlamento gündeminden mutlaka geri çekilmesi ve kamu yararını esas alan şeffaf, katılımcı bir süreçte yeniden düzenlenip, hazırlanması için gerekli adımların atılmasını talep ediyorum. Bu Tasarı’nın durdurulmasına yönelik bugün atacağınız adımların, ülkemizin geleceği için yapılmış en değerli yatırım olarak tarihe geçeceğine inanıyorum.
Şurası mutlaka bilinmelidir ki: Bilerek ve isteyerek “doğa’ya ve doğal’a” saldıran, tabiatı tahribe yeltenen, hasar ve zarar verenler, azılı ve amansız insanlık düşmanıdırlar.
Gereğinin milli menfaatler doğrultusunda, ülkemiz, milletimiz, çocuk ve gençliğimizin geleceği dikkate alınarak yapılması ve icabında “sağlam, sağlıklı, demokrat, kalıcı, namuslu, dürüst, iyi ve uygulanabilir, sürdürülebilir” bir kanun hazırlanması için mevcut tasarının geri çekilmesi hususunda gereğinin yapılmasını; “Milli duyarlık ve sosyal sorumlulukla, yönetimi denetleme görevimiz gereği” arz ve talep eylerim.., 
Mustafa Nevruz SINACI 
Siyaset Bilimci - Hukukçu, Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
(*) Not: İş bu açık mektup metni; AKUT (Arama Kurtarma Derneği) Başkanı sevgili ve değerli Ali Nasuh MAHRUKİ tarafından düzenlenen kampanya bazında düzenlenip hazırlanmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder