8 Ocak 2015 Perşembe

07 0CAK 1946’DAN 2015’E; NACİ AKIN - Kuruluşun 69.cu Sene-i devriyesi nedeniyle..., 07 Ocak 2015

07 0CAK 1946’DAN 2015’E
NACİ AKIN
            Bugün 7 Ocak, Türkiye’de bir daha geri dönülemez bir şekilde çok partili siyasi hayata geçişimizin, yani Demokrat Partinin kuruluşunun 69. Yıl dönümü. Acaba bugünkü neslin kaçta kaçı, Demokrat Partinin kuruluş ve var oluş sebeplerini biliyor, anlıyor? Kuruluşunun üzerinden henüz birkaç ay bile geçmeden, büyük halk çoğunluğunun desteğini alan, teveccühünü kazanan, 6 ay sonra girdiği ilk seçimde oyların çoğunluğunu aldığı halde devlet gücüyle kaybettirilen Demokrat Partinin doğuş ve yükseliş sebeplerinin kim ne kadarını biliyor?
            Her yıl 7 Ocakta veya 14 Mayısta düzenlenen toplantılarda Demokrat Partinin, halkın oligarşik dikta yönetimine başkaldırısı olarak doğduğu değerlendirilir. Doğru mudur? Evet, doğrudur ama bu tek cümle, Türkiye’de en büyük değişim ve dönüşüm hareketini başaran, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu fikrini kuvveden fiile geçiren, Atatürk’ün “Köylü Milletin Efendisidir” sözünün doğruluğunu ortaya koyan, halkı tebaa olmaktan kurtarıp Türkiye Cumhuriyetinin eşit yurttaşı olmasını sağlayan bu büyük hareketi ifade etmekte yetersiz kalır. Demokrat Partiyi anlatabilmek için ne kadar tarihi, sosyolojik, ekonomik, siyaset bilimi ve iletişim alanlarında bilimsel araştırmalar yapılırsa yapılsın gene de Demokrat Partinin ideolojisini, halkın bu kadar gönlüne girebilecek potansiyeli elde etmesini, ekonomik, sosyal görüşlerini, halka yaklaşımını, tanımlayabilmek mümkün değildir. Onu ancak, 50 öncesinde ve sonrasında yaşayanların, yaşadıklarının, düşündüklerinin ve davranış biçimlerinin ortaya çıkarılması ve analiz edilmesi ile belki biraz daha gerçekçi çıkarımlar yapabiliriz.
Bu tür araştırmalar yapılmamış mıdır? Elbette yapılmıştır, araştırmalar, makaleler, doktora tezleri, doçentlik tezleri yazılmıştır, gazetelerde birçok tefrikalar yer almış, kitaplar yayınlanmıştır. Ancak tüm bunlar tek başına ne Demokrat Partinin felsefesini, idealini ortaya koymaya ne de o günün ve bugünün seçmen davranışlarını, halkın yaklaşım ve düşünce tarzını analiz etmeye yeter. Genel kapsamlı ve makro düzeydeki çalışmalar bir yere kadar siyaset bilimi ve yakın tarih açısından bir anlam ifade edebilir, ancak seçmen davranışlarını analiz edebilmek için yerel araştırmalara, sözlü tarih çalışmalarına, o dönemleri yaşayan halktan alınan tutarlı verilere dayalı bilimsel araştırmalara da ihtiyaç vardır. Bunu yapanlar da olmuştur, örneğin değerli dostum C.B.Ü Demirci Meslek Yüksek Okulu önceki müdürü Doç. Celal Metin’in “Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş Döneminde Demirci’de Siyasal Değişim: Bir Sözlü Tarih Çalışması” buna bir örnektir. Bunun gibi belki başka çalışmalar da vardır, ancak bunlar ne kadar topluma yansıyabilmiştir? Siyasetçiler, siyasal analiz yapanlar, araştırmacılar bunlardan ne kadar istifade edebilmiştir? Bunların daha da yaygınlaştırılması, sadece üniversite kütüphanelerinde ve arşivlerinde kalmayarak kamuoyuyla da paylaşılması daha fazla yarar sağlayacaktır.
            Ben isterdim ki, 1946 seçimlerindeki Aslanköy (Mersin) direnişi ile ilgili araştırmalar yapılsın, direnişe katılan kadınlardan hayatta kalanlar varsa onlarla görüşülsün, direnme sebepleri ortaya çıkarılsın.
            Bilmeyenler için kısaca anlatayım: Malum 1946 seçimleri çok partili siyasi hayata geçişimizin ilk seçimleriydi. Demokrat Partinin hızla yükselişe geçtiğini fark eden iktidardaki CHP seçim tarihini öne çekerek Temmuz ayında seçim yapılmasını kararlaştırmıştı. Amaç DP’yi tam olarak örgütlenemeden hazırlıksız yakalamaktı. Buna rağmen DP neredeyse tüm yurtta seçimlere katılmış ve büyük de başarı elde etmişti. Ancak o zamanki seçim sistemi açık oy gizli tasnif öngörüyordu. Yani halk jandarmanın, devlet görevlilerinin gözü önünde açık olarak oy kullanıyor fakat sayım gizli odalarda devlet görevlilerince yapılıyordu. Buna rağmen halk korkmadan DP’ye oyunu vermişti ama gizli yapılan sayımlarda oylar çoğunlukla CHP’ye yazılmıştı. Dürüst görevlilerin olduğu bölgelerde ise DP adayları seçimi kazanmıştı. Aslanköy’de sandıklar kapandıktan sonra jandarma sandıkları alıp sayım için götürmek istiyor ve tartışma çıkıyor, jandarma da birçoklarını gözaltına alıyor. Bunun üzerine toplanan yiğit Aslanköy kadınları büyük bir direniş başlatıyor, sandıkların üzerine oturarak oylarının çalınmasına engel oluyorlar.
            Bana göre sebepleri farklı da olsa Aslanköy direnişini başlatan o yiğit kadınların eylemlerindeki düşünce ile Gezi hareketinin arkasında yatan düşünce aynıdır. Maalesef başlangıçta fevkalade taraftar bulan Gezi hareketi, bazı marjinal gurupların bu masum ve haklı hareketi kendi siyasi çıkarlarıyla vandalizme dönüştürmesi toplumda uyanan olumlu havayı da ortadan kaldırmıştır. Dedesi Yassıada mahkemeleri sonrası haksız yere idam sehpasında can veren, torun Fatin Rüştü Zorlu’nun Gezi hareketinde yer alması da genlerinden gelen haksızlığa, hukuksuzluğa, keyfiliğe, baskıya ve acımasızlığa, başkaldırıdan başka bir şey değildir. Eğer Aslanköy direnişi ya da Demokrat Partinin kuruluş aşamasındaki benzeri, baskı, tehdit ve yıldırma politikalarına karşı girişilen eylem ve direnişler çalışılmış, analiz edilmiş olsaydı belki bundan dersler çıkarmasını bilenler Gezi Hareketinin amacından sapmasına engel olabilecek davranışları gösterebilirlerdi.
            Türkiye ne Cumhuriyetin temel değerlerinden, Atatürk’ün koyduğu çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma hedefinden ne de demokrasiden ve İslami değerlerden vaz geçemez. Milleti bir ve bölünmez olarak tutabilmek, ötekisi olmayan bir toplum yaratabilmek tüm yurttaşların hür ve eşit olmasını sağlayabilmek de bu saydığımız değerleri birini diğerinden üstün tutmadan koruyup, kollamak ve uygulayabilmekten geçer. Bir başka deyişle, Devleti milletiyle kavgalı değil, tüm unsurlarıyla, etnik ya da mezhepsel farklılıkları, ayrılık değil zenginlik olarak görerek tüm bireyleri ile barışık, halkının mutluluğu ve refahı için çalışan bir devlet anlayışı gerekmektedir. Demokrat Parti işte bunu başarmıştır. Demokrasi ve hürriyet içinde kalkınmayı sağlamıştır. Bugüne kadar bunu başarabilen iktidarlar da Demokrat Parti ve onun devamı olan partilerin iktidarları olmuştur. 
Düşününüz ki Cumhuriyetimizin kurulduğu 29 Ekim 1923’ten Demokrat Partinin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950’ye kadar geçen 27 senelik dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti sayısız etnik, mezhepsel ve laiklik karşıtı başkaldırı, suikast, isyan ve eylemlere maruz kalmıştır. Ancak, Demokrat Partinin 10 yıllık iktidar döneminde Devlete karşı tek bir silahlı kalkışma olayı yaşanmamıştır. İşte bu Devlet ile milletin barışık olması, devletin tüm yurttaşlara karşı eşit, adil ve hukuka saygılı yaklaşımı sayesinde olmuştur. Demokrat Parti ne din elden gidiyor safsatalarına ne de Cumhuriyet elden gidiyor vehmine kulak asmamış, Cumhuriyetin değerleriyle milletin değerlerini bir arada tutarak halkın barış içinde, hür ve eşit yurttaşlar olarak yaşamasına imkan sağlamıştır.
            Bugün geldiğimiz ortamda ülke, bölünmenin eşiğine gelmiş, insanlar her hadise bahane edilerek kutuplaştırılmış, atılan olumlu veya olumsuz her adımda bir art niyet aranır hale gelmiş, bir taraf siyasal İslamı referans alırken diğer taraf her fırsatta Cumhuriyetin değerleri yok ediliyor vehmine kapılarak toplumu germeye devam etmektedirler. Bu gerginlik toplumda huzursuzluğu had safhaya çıkarmış, bunun arkasına sığınarak politika üretmeye çalışanlar ise her vakayı darbe girişimi diye niteleyerek gerginliği daha da artırmaktadırlar.
            Türkiye böyle bir siyaset anlayışına layık değildir. Peki o zaman nasıl normalleşeceğiz?  Nasıl gerginliği ortadan kaldırarak, demokrasiyi rayına sokup, medeni siyaset anlayışına sahip olacağız? Huzur ve istikrarı sağlayıp, devletle milleti barıştıracağız? Dün bir taraf ötekileştirilirken, diğer tarafın ötekileştirilmesine nasıl mani olacağız? Ben bu soruları soruyorum, elbette bunların cevabı bende vardır. Ancak biraz da sorumluluk sahibi siyasetçilerin, en büyük silahları kutsal oyları olan aziz vatandaşlarımızın daha akılcı, mantıklı, şahsi ikbal ve ihtiraslarından arınarak, bir kez daha düşünüp doğru yolu bulmalarını istiyorum.
            Demokrat Partinin kuruluşunun 69. Yılında; Türkiye’nin halen daha Demokrat Partinin barışçı ve demokrat yaklaşımına ihtiyaç varsa çare de vardır.  Hukukun üstünlüğünün sağlandığı, hür ve bağımsız bir Türkiye,  dileyen herkesin fikirlerini serbestçe söyleyebildiği, özgür bir Türkiye idealimizdir. Ülkenin birlik ve bütünlüğünün korunmasına ve halkının hiçbir ayırım gözetmeksizin hür ve eşit yurttaşlar olarak bir arada ve barış içinde yaşamasına, herkesin inancına, kültürüne, geleneklerine göre hayatını serbestçe sürdürmesine bugün her zamankinden fazla ihtiyacımız vardır. Herkesin serbestçe dilediği işi, ticareti yapmasına ve devletin müteşebbisin önünü açmasına, iş ve yatırım ortamını iyileştirmesine, kalkınan, gelişen, büyüyen, muasır medeniyetler seviyesine ulaşmış bir Türkiye’ye ihtiyacımız varsa çare de vardır…
            Demokrat Partinin Türk siyasi hayatına bir güneş gibi doğuşu, ülkemize çok partili ve çoğulcu demokrasinin gelişinin 69. Yılı kutlu olsun. Allah bir daha bu ülkeye darbeleri, acıları göstermesin. Hür ve bağımsız Büyük Türkiye’ye ulaşmak için fırsat versin. Hepinize mutlu seneler dilerim.