30 Aralık 2016 Cuma

BAŞKANLIK REJİMİ GELDİĞİNDE OSMANLI HANEDANI SEÇİMLE CUMHURBAŞKANLIĞINA GETİRİLECEK. (OSMANLI & PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)

BAŞKANLIK REJİMİ GELDİĞİNDE OSMANLI HANEDANI SEÇİMLE CUMHURBAŞKANLIĞINA GETİRİLECEK.
(OSMANLI & PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)
İngiltere kraliçesine bağlılık yemini etmiş olan Osmanlı hanedanı kendi vatanına ihanet ettikten sonra Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde
Şöyle bir tarihe gidip geriye dönersek ; Bugün İngiliz aklı ve piyonları aynı oyunu gemiye bindirerek kaçırıdkları SALATANATI seçim adı altında maskelenmiş olarak geriye getirmeye çalışıyor.
Bu rejimin adı BAŞKANLIK. Görünmezlik pelerine ile saklanmış hali ise CUMHUR BAŞKANLIĞI maskesiyle SALATANAT .
Anayasa değişikliği diye getirilen tüm maddeler kanla kurulan Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilerek yerine SALATANATI geriye getirme projesidir.
Bu projenin oyuncuları AKP ve MHP içerisinde gizlenmiş kriptolardır.
Şöyel yüz yılı aşkın bir tarih sayfasını karıştırmak gerekiyor.Gerçeği yakalamak için stratejik bakmak ve olayları bütünleştirmek gerekiyor.
Osmanlı – Kraliçe adına Şövalye ünvanı almış ve hizmet edeceğini tahhüt etmişti.
“Legion d'honneur: O güne kadar hiçbir Osmanlı Sultanı, yabancı devlet nişanı kabul etmemişti. Ama Abdülmecid Han (?) kabul etti” “Nişan’ı, Fransa İmparatoru adına, Fransa Elçisi taktı.” Törenin ihtişamı konuşuldu günlerce” “Nişan”ı takan İngiltere Elçilik Piskoposu Abdülmecid’e şöyle der: ”Siz bundan sonra, İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.” İslam halifesinin HAÇLI ŞÖVALYE unvanı almış olması bir artı olabilir miydi? Sonucunu millet savaş meydanlarında ödedi.
Abdülmecid’e İkinci ödül İngiltere”den geldi. “Diz Bağı” Nişanı” Garter Haçlı Şövalyeleri’ne takılan; yani Hıristiyanlık uğrunda savaşanlara”. Osmanlı Sultanı ve İslam aleminin Halifesi, artık bir Garter Haçlı Şövalyesi”dir. Padişahlık arması “Windsor Şatosu”ndaki St. George Kilisesi”nin duvarına asılır.
Tarih: 21 Haziran 1867:Osmanlı tahtında oturan Abdülaziz yanına, tahtın müstakbel varisleri V. Murat ve II. Abdülhamit’i alarak Avrupa gezisine çıkar. Bu geziden on gün önce, yabancılara toprak satışı yasasını çıkarmıştır. Kardeşinin (Abdülmecid) yolunda ilerlemenin huzuru içindedir. Ne tesadüf ki 2011 Haziran seçimlerinden sonra YABANCILARA TOPRAK SATIŞINI açan yasa AKP gurubu tarafından onaylanmış ve Bakan Bayraktar, toprak satışından 120 Milyar dolar gelir beklediklerini açıklamıştı. İlginçtir ki MÜTEKABİLİYET yani KARŞILIKLILIK ilkesi kaldırılarak bu kanun çıkartılmıştı. Aynı şekilde 2B yasası adı atında köylülerin dededen kalma arazilerine el konuldu. Arazisini alacak parası olmayan köylünün arazisini yabancılar almaya başladı.
Tarih: 21 Haziran 1867: Fransa’yı kıskanan İngiltere karşılıkta gecikmez. Bizzat “İngiltere Kraliçesi Viktorya”dan ödül haberi gelir.” Bildik bir ödül: “Diz Bağı” Nişanı” Hani, şu “Ulu Haç” için savaşanlara verilen “Nişan” Knight Grand Cross of the Order of the Bath.
Tarih: 21 Haziran 1867: ”Nişan” Windsor Kalesi St. George Kilisesi”nde başrahibinin huzurunda törenle verilmektedir. Ancak, İslam dünyasının halifesi için bu kural bozulur.” “Özel bir hassasiyet gösteren Majesteleri”, bir İngiliz savaş gemisinde (Saint aziz) elleri ile takar”.Nişan’ı”Abdülaziz” efendiye. Artık İslam halifesi de artık bir Garter Şövalyesi”dir.
Buraya kadar Osmanlı İmparatorluğunu ATATÜRK yıktı diyen İngiliz uşaklarına cevabımızı verdik.
Atatürk Halifeliği İngilizler Türkiye Cumhuriyetine müdahale etmesin diye kaldırdı.
1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde Halife'ye ve Osmanlı Hanedanı'na verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924'te kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ileride saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için hanedan üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.[1] 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle birlikte Türk topraklarından ayrıldı.
TBMM tarafından halifeliği onaylanmış olan Abdülmecid Efendi’nin devlet başkanıymış gibi davranmaya başlamış ve İngilizlerle işbirliğine girmişti.
Perde gerisinde Suudi Vehhabiler ve Osmanlı İmparatorluğunu arkadan hançerleyen İngiliz mandasında kurulmuş Arap devletleri vardı.
İngilizler Halife Abdülmecid efendiye devlet başkanı protokolu uyguluyordu.
Bu rahatsızlık yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için bir bekaa meselesi haline geleceği endişelerini artırıyordu.
İngilizlerin tekrar Türk milleti üzerinde tahakküm aracı olarak kullanmaya çalıştıkları Halifelik makamı bu yüzden Hilafet kaldrılması ile bu oyuna son nokta Mustafa Kemal Atatürk tarafından konulmuştur.
Atatürk’ün Hilâfet’e tepkisi, bu müessesenin, bir takım devletlerin Türkiye’nin iç işlerine burunlarını sokmalarına imkân vermesi, Türkiye’nin bağımsızlığını ihlâle sebep olacak nitelikte bulunmasıydı. Tabiatile, bu müessese, o sırada Atatürk’ün tam olarak açıklamamış bulunduğu ve kendisinin temel inancını teşkil eden laiklik kavramına da ters düşmekteydi.
 Gelişmeler ise, Atatürk’ün bu iki konudaki hasasiyeti ile tam bir çelişki teşkil etmiştir.Daha Millî Mücadele sırasında, II. İnönü Savaşı’ndan sonra, 1921 Mayısında, Hindistan Halifelik Akımının temsilcisi rolünde Mustafa Sagir adında biri Ankara’ya gelmişti. Esasında kendisi İngiliz İstihbarat Servisinin bir ajanıydı ve bir süre izledikten sonra, Mustafa Sagir’in Ankara’ya, Atatürk’e suikast düzenlemek üzere geldiği görüldü. Tutuklandı ve İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı ve idama mahkûm edilerek hemen idam edildi. Mustafa Sagir’i kurtarmak için İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horaca Rumbold ile Ağa Han teşebbüste bulunmuşlardır.İşte bu Ağa Han biraz sonra yine sahneye çıktı.9 Kasım 1923 günü, yani Cumhuriyetin ilânından on gün kadar sonra, 9 Kasım 1923 günlü Vatan Gazetesi’nde, Halife Abdülmecid Efendi’nin bir takım sözleri yayınlandı. Gazeteye göre Halife şunları söylüyordu: “Bütün islâm âleminin, her daim teveccühlerine mazhar olmaktayım. Asya’nın en ücra köşelerine varıncaya kadar islâm âleminden binlerce mektup, telgraf aldım. Bir çok yerlerden heyetler gönderilerek bu duygular teyid ediliyor” dendikten sonra, Hükümetin, kendisinin durumunu düzeltmesi gerektiği imâ ediliyordu. Yani, Halife, şikâyetini dile getirirken, bir yandan kuvvet gösterisine girişiyor ve sırtını dışarıya dayıyordu.Bu demeçten bir ay kadar sonra, Tanın ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinde, 5 Aralık 1923 günü, Hindistan Hilâfet Komitesi adına Ağa Han ve Emir Ali imzalı bir mektup yayınlandı. İşin küstahlığı şuradaydı ki, mektup Başbakan İsmet Paşa’ya hitaben yazıldığı halde, daha onun eline geçmeden gazetelere verilmişti, mektubun içeriğini belirtmeden önce imza sahipleri hakkında bir-iki bilgi sunalım.İsmaili mezhebinin lideri Ağa Han İngiltere Hükümeti’nin hizmetindeydi ve İngiliz Hükümeti’nin protokolüne göre, kendisinin 11 pare top atışı ile selâmlaması gerekiyordu.Emir Ali’nin unvanı ise İngiliz Hükümeti’nin danışmanıydı.İngiltere Hükümeti’nin bu iki hizmetkârının mektuplarındaki bazı cümleleri burada nakledelim: “… talep etmek istediğimiz şey, âlem-i İslâm’ın riyaset-i diniyesinin şer’i şerife göre tam ve kâmil olarak muhafazasından ibarettir. Halifenin nüfuzunun tenkisi (azaltılması) veya bir amil-i dinî gibi Türkiye teşkilât-ı siyasiyesinden onun teb’idi (çıkarılması) bizim fikrimizce, İslâm’ın dağılması … demek olacaktır.” Keza, “Hilâfet ve imametin, Müslüman milletlerin itimad ve hürmetine lâyık olan bir mevkie vazolunmasını … istirham ederiz.” denilmekteydi. Yani, bunlar, hilâfetin, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapısının temel müessesesi haline getirilmesini istemekteydi.Bu olaydan kısa bir süre sonra, Emir Ali’nin başkanlığını yaptığı Londra İslâm Cemiyeti adına Sekreter Said Muhammed imzalı bir mektup da İçişleri Bakanlığı’na gönderildi. Mektupta, “İslâm âleminin dayanışmasını ve organik bağlarını korumak için, Hilâfetin ruhanî imtiyazlarının kesin surette düzenli ve yasal bir esas üzerinde saptanması gerekliliği” ileri sürülmekteydi.Bütün bunlar bardağı taşıran damlalar oldu. 
3 Mart 1924 kanunları, Hilâfet’e son verdi. 13 maddelik olan bu kanuna göre, Halife hal edilmiştir ve Hilâfet makamı da kaldırılmıştır. Halife ve Osmanlı Saltanatı’nın erkek, kadın bilcümle üyeleri ve damadlar, Türkiye Cumhuriyeti’nde hiç bir şekilde ikamet edemiyeceklerdir. Bunlar Türk vatandaşlığından da yoksun bırakılmışlardır. 
Bundan böyle, Türkiye’de gayrı menkul edinemezler. 
Fakat bu işin peşini bırakmak istemeyenler de çıktı.10. Hilâfet’in İlgasından Sonraki Dış Gelişmeler Halife Abdülmecid Efendi Türkiye’den ayrıldıktan sonra İsviçre’ye gitti. Fakat rahat durmadı. Dünya İslâm başkanlarına bir bildiri yayınlayarak, Türkiye Hükümeti’nin kararını reddettiğini bildirdikten sonra, Müslümanları bir Kongre toplamaya çağırdı.Bu arada İsviçre gazetelerinde de Hint Müslümanları adına hilafetçi yazılar yayınlanır. Bunlardan birinde şöyle deniyordu: “Hilâfet’in Saltanat’tan ayrılmasından sonra, Halife ile hanedanı, eskisinden çok Müslümanların malı olmuştur. Dünkü Saltanat hanedanı bugünkü Hilâfet hanedanıdır. Dinsel başkanımızın bu hanedandan olmasını istiyoruz. Bizim manevî ve politik desteğimizi Türkiye ancak bu şartlarda kazanabilir.”Abdülmecid’in bu faaliyetleri İsviçre Hükümeti’ni rahatsız eder. Kendisine, siyasal propaganda yapmama şartıyla oturma izni verildiği hatırlatılır.
Fakat Hilâfet’in ilgası, Hüseyin’in iştihasını yeniden kabartır. Hilâfet’in ilgasından tam üç gün sonra, 7 Mart 1924 de, Hicaz Kralı Hüseyin kendisini Halife ilân etti. Ne var ki, Hüseyin’in bu teşebbüsü kendisinin de sonunu getirdi. Hüseyin’in halifeliğine İslâm dünyasından itirazlar yükselirken, en şiddetli tepki Necd’deki Suudi’lerden yani Vehhabiler’den geldi. 
Bu sefer Halifelik hevesi Suudi’lere geçti. Suudi’ler 1926 başlarında Kahire’de bir İslâm Kongresi toplayıp Hilâfet konusunu ele almak istedilerse de, katılım çok az olduğu gibi, toplantıdan bir sonuç da çıkmadı. Bunun üzerine Suudi’ler bu sefer 1926 Haziranında Mekke’de ikinci bir Kongre düzenlediler. Bazı kaynaklara göre, Türkiye bu Kongre’ye iki tane “gayrı resmî gözlemci” göndermiştir. Katılımın biraz daha geniş olduğu bu Kongre’de, en etkin gruplar Hindistan Hilâfet Delegasyonu ile Mısır Delegasyonu idi. Her ikisi de Hain Hüseyin’in Kongre’den kovulmasına oy vermekle birlikte, Vehhabi’lerin hilâfetine de yanaşmadılar. Özellikle Mekke’nin ve Hazret-i Peygamber’in merkadi kutsal Kabe’nin, bağnaz ve mezar sistemini kabul etmeyen Suudi’lerin kontrolü altına girmesinden haşlanmadılar. Hem Hintliler, hem Mısırlılar Kongre’nin liberal kanadını temsil etmekteydiler. Dolayısıyla, Mekke toplantısından da Hilâfet konusunda her hangi bir şey çıkmadı.
O yıllar sonrasında 70’li yillarda Suudiler kutsal emanetler için büyük paralar teklif etmişti.
Demirel tarafından nakledilen bir hatıra şöyle !
“1970’li yıllarda Ankara’daki bazı diplomatik çevrelerde, bir söylenti dolaştı. Buna göre, Suudi Hükümeti Türkiye’den 3 milyar dolar karşılığı, Hırka-i Şerifi yani Hazret-i Peygamber’in, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’dan getirdiği hilâfet hırkasını kendisine vermesini istemiştir. O yılların, zamanın Başbakanı Süleyman demirel’in deyimi ile, Türkiye’nin 70 Cent’e muhtaç olduğu bir dönem olduğunu hatırlatalım. Bu söylentide resmî bir teşebbüsün söz konusu olabileceğini sanmıyoruz. Yalnız, bu istikamette, şu veya bu şekilde zemin yoklaması, ağız araması yapılması ihtimali daima mevcuttur. Bu derece önemli bir konuda, müsait zemin bulmadan resmî bir teşebbüsün yapılmasının mümkün olmayacağı açıktır.”
Derken Erbakan‘ın Sürgünden Türkiye’ye gönderilmesi ve sağ cenahın bölünme operasyonları. 
Bunun yanında Suudiler tarafından finanse edilen 1980 darbesi ve ANAP iktidarına teslim edilen Türkiye Cumhuriyeti devleti hep bu süreçlerin devamıdır.
Aynı şekilde AKP ‘nin kurulması ve siyasetin tasfiye edilerek AKP iktidarının 15 yıl süreyle iktidarda tutulması aynı sürecin ve planın parçasıdır.
2001 yılına geldiğimizde sürece müdahale eden bir Devlet BAHÇELİ ortaya çıkar.Mevcut siyasetin tasfiyesi ve OSMANLI HANEDANININ geriye dönüş anahtarı AKP’nin önünün açılması süreciydi.
Burada 2001 yılına dönerek MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ’NİN rolünü çok iyi okumamız gerekiyor. ANASOL- M hükümetini bitiren ERKEN GENEL SEÇİM açıklaması yani talebi bizzat o dönem koalisyonun ikinci büyük ortağı olan MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından yapılmıştı.
Aynı dönemde Batı tarafından operasyona tabi tutulan DSP – DYP – Refah Partisi bölünerek Kemal Derviş operasyonlarıyla Demirel – Ecevit – Erbakan tasfiye edilmişti. Türkeş vefat ettikten sonra Genel Başkanlığa seçilen Devlet Bahçeli bu projenin parçasıydı.Erken genel seçim açıklamasından bir süre önce İngiltere merkezli bir telefon konuşması yaptığı ve bu telefonun Buckingham sarayından geldiği ve talimat sonrası ANASOL – M hükümetini erken genel seçime götüren açıklamanın yapıldığı söylenir.Tabi bu açıklama o gün Refah Partisini bölerek yeni kurulan AKP ‘ye iktidar kapılarını açan ve Türkiye siyasetinin tamamen tasfiyesiyle sonuçlanan seçim olacaktı.
Bunu çok iyi bilen Devlet Bahçeli bugün “ BAŞKANLIK ANAYASASI “ değişimi meselesini gündeme getirerek 2.Cumhuriyetçilerin ve İngiliz Chatham House projesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılarak yerine NEO – OSMANLI modelinde hanedanın iktidara geriye dönüşünü sağlayan kapıyı açan kişi olarak tarihe geçmiştir.
Aynı Devlet Bahçeli sonrasında Kraliçe’nin uslu oğlu Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine ses etmemişti.
Tesadüfler hep tarihi tekerrür ettiriyor.
Abdullah Gül  Cumhurbaşkanı ve süreç hızlanıyor.
 Ne tesadüf İngiliz Amiral gemisi İstanbul’a gelerek Dolmabahçe önünde demirlemişti. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan beraberce basının görüntüleyemediği bir ortamda hesapta AKŞAM YEMEĞİ yemişlerdi. İngiliz Kraliçesinin huzurunda. Ne verdiler? Ne aldılar? Kimse bilmiyor. Biz öyle diyelim.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiltere Kraliçesi tarafından takdim edilen nişan sonrasında yanaşma basının manşetleri olan gazetelerde manşetler şöyle: “Büyük Şövalye Nişanı”nın haçsız olanı takılıyor Sn. Gül’e” “Özel bir hassasiyet gösteriyor majesteleri”
İlk manşette beyinlilere, ikincisinde ise beyinsizlere mesaj veriyor.” Beyni hasar yemiş kalemler böyle yazmıştı. Ne var ki bunda! Altı üstü bir madalya, onu alınca kimliğimiz mi değişecek! Diyenlerin yüzleri Allah’ın huzuruna döndüklerinde utanmıyorlar mı?
Bir iğne dahi verilse, eğer o ülke İngiltere ise çok şey değişebilir.200 yıldır Osmanlı ve Türkiye siyasetinde etkin rol oynayan, ülkemizi; savaşa sürükleyen, işgal eden, sömüren ve hükümetlerimizden anahtarlık yapan, kokuşmuş çoraplarını başımıza takke diye geçiren İngiltere”den bahsedilince binlerce kez düşünmeliyiz.
Üzerinde Güneş (Haç) Batmayan İmparatorluk. Türk Halkının Başı, İngiltere tarafından “Diz Bağı Nişanı” ile ödüllendiriliyor ise bu, çok yakında ülkemizden bazı parçaların kopacağının işareti.
Ne demişti Sayın Gül “GÜROYMAK’IN ESKİ ADI NORŞİN“. Çözülme destekçileri ne demişti? Tarihi isimler yani eski isimler yeniden kullanılacak.
Mesela İSTANBUL - KONSTANTİNOPOLE, ANTALYA – ATTALEİA, ANKARA –ANCYRA gibi beğenilerinize demek düşer. Uyan, ey Türk Halkı! İngiltere”de “Diz Bağı” denilen bu “Nişan”, Türkiye’de “Göz Bağı”na dönüşüyor. Benden selam olsun başını bağlarken gözlerini bağlayanlara; Olsun Allah biliyor ya.
O günleri hatırlamadan bugün yaşanan  BAŞKANLIK KAOSUNU anlayamayız.
AKP kadroları ,yandaşları TV ekranlarında “ Keşke İngiliz işgali devam etseydi.Halifelik devam eder “ diyecek kadar alçak ve hainlerden oluştuğunu hala anlayamamış bir psikolojiyle karşı karşıyayız.
Şerefinize Kraliçe!..
Savaş gemisinde kadeh tokuşturdu. Köşk’te, Büyük Şövalye Nişanı’yla ödüllendirilen Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, o gemide onurlarına verilen resepsiyonda Kraliçe’yle kadeh tokuşturacak kadar mutluydu. İngilizlerin Gül’e olan ilgisi elbetteki bununla sınırlı kalmayacaktı ve kalmadı da...
Çünkü Gül onların yetiştirdiği evlatları gibiydi.Chatham House meşhur Lawrance denilen itin yetiştirildiği bunun yanında TURAN ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünme ve parçalanma planlarının yapıldığı yerdi.
İşbirlikçileri ise İstanbul saraylarının müdavimleriydi.
Yani bu işin tarihsel bağları açısından daha da gerilere gidersek ; Atatürk ve İngilizler arasında Suudi destekli olarak geçen Halifelik mücadelesine bakmak gerekir.Daha ötesi ise hep dedğimiz gibi Vehhabi Suudi operasyonları perde gerisinde kimi zaman İngiliz Kraliyet ailesi kimi zaman ise ABD derinleri Türkiye siyasetinde vücut bulmaya devam etmektedir.
Bu sırada son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti toprakları Arap ülke liderlerine parsel parsel satılırken “ Peygamber efendimize ait olduğu iddia edilen sakal-ı şerifin DUBAİ emiri Makhdum için havaalanına kadar götürülerek kendisine para karşılığı satıldığı iddiaları mevcuttur.
Aslında 
sona doğru yaklaşıyoruz.
Başkanlığın amacı Osmanlı saltanatı ve HİLAFET rejiminingeriye getirilmesidir. Bunun sakıncalarını bugün için Erdoğan anlayamamaktadır.
Ona göre HİLAFET gelirse ÜMMET birleşecektir.Kaldı kigidebildiği bir tane ARAP ülkesi kalmamıştır.
Bugün İŞİD terör örgütü SKYSE – PİCOT anlaşmasınıtanımadığını açıklamış aynı paralelde Erdoğan cetvelle çizilmiş sınırlar diyesağda solda nara atmış dahası LOZAN barış antlaşmasını Ergun Diler denilenyandaş gazetecinin ağzından çöpe attığını açıklamıştır.
Bugün Lozan yoksa önüneotomatikmen SEVR gelir .Erdoğan diyor ki “ El Bap çok önemli.Geriye çıkarsakSEVR’İ dayatırlar.”
SEVR anlaşamasışartlarına dönerseniz ne olur ?
SALTANAT VE HALİFELİK yönetimine dönmüş olursunuz.
Erdoğan ve Bahçeli Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkarak 1900 ‘lü yılların koşullarına doğru sürüklemektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ve sonra bu beyanları hepimiz tarafından bilinmektedir.
Son süret bu süreci daha iyi anlayabilmemiz için şu iki husus çok önemlidir.
19 Nisan 2012 tarihinde yapılan ankette İngilizler en büyük düşmanlarının arasında Atatürk’ü gösterirken Abdullah Gül ismi en çok sevdikleri isimler arasında yer almıştı.
İngilizlerin en çok düşman olduğu liderler sırasıyla şöyleydi.
George Washington'ı İrlandalı gerilla lideri Michael Collins, Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart, Alman General Erwin Rommel ve Mustafa Kemal Atatürk izledi.  
Dikkat çekici değil mi !
Dönemin Dışişleri Bakanı Halife Abdülmecid’in torunlarıyla İngiltere’de Türk Büyükelçiliğinde toplanıyordu.
Tarihler 09 Mart 2013’ü gösterirken bu önemli toplantıda aslında Osmanlı hanedanının Türkiye’ye dönerek SALTANAT ve HİLAFETİN geriye getirilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı.
O tarihten sonra Türkiye olarak yaşadıklarımızı bir daha gözden geçirmemiz gerekiyor.
Develt Bahçeli durup duruken bir anda BAŞKANLIK ANAYASA değişikliğini boşuna meclis gündemine getirmedi.Kimbilir ! Buckingham sarayından bir telefon gelmiş olmasın.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Bahçeli köşke çıkıp Exeterci Abdullah Gül ‘e Cumhurbaşkanlığı adaylığı teklifinde bulunmuştu.Gül kabul etmeyince verdiği işarete göre başka bir Exeterci olan Ekmeleddin İhsanoğlu isminde karar kıldı.Peki bu durumda CHP bu oyunun neresinde bunu sormak lazım.
Bugün Anayasa başkanlık görüşmelerinde AKP milletvekilleri “ YENİ BİR ABDÜLHAMİT LAZIM “ diyecek kadar sığ ve cahalet sergiliyorlar.
Dikkat edelim.Atatürk lazım demiyorlar.
Asıl baklayı ise Osmanlı hanedanı mensubu açıklıyor.
2'nci Abdülhamid'in beşinci kuşaktan torunu Nilhan Osmanoğlu, "Cumhurbaşkanımız ile son görüşmemiz sonrasında aile olarak onu kesinlikle yalnız bırakmayacağımızın kararını verdik. Aile olarak biz de bir kişiyle bu siyasi oluşumun içinde olacağız. Şu anda o ismi veremiyorum ancak bu ismi biz belirledik. Cumhurbaşkanımızın bu konuda yalnız kaldığını gördük. İşte bu yüzden aile olarak bizler de O'nun yanında daha fazla olacağız" diye konuşuyor.
Ve Osmanlı hanedanı Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı mal mülk davası açıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 34’üncü padişahı Sultan Abdülhamit’in torunları, dedelerinden miras kaldığını öne sürdükleri onlarca değerli mülk ve arazi için hukuk mücadelesi başlatıyor.. Talep edilen yerlerin toplam değeri ise milyar dolarla ifade ediliyor. Neredeyse İstanbul’un yarısı isteniyor.
Başka miadı olmuş tapular yandaş medyada ortaya çıkartılıyor.Ve Halep bizim ! Şam bizim ! Kudüs bizim gibi aptalca manşetler atılıyor.
Ben yarın BİZANS İMPARATORUNUN torunlarının ellerinde tapularıyla gelip İstanbul bizim demelerinin bu aptal zihniyetler karşısında gayet doğal olduğunu düşünmeden edemeyeceğim
Osmanlı saltanatı  İngiliz gemisine binip giderken ,Osmanli ordulari başkomutanı Enver Paşa Alman DENİZALTISINA binerek Rusya’ya kaçıyordu.Rusya sonrasında Enver Paşa’ya verdiği görevle Türk dünyasını Çin ve Rusya ‘nın hegemonyasına sokmayı başardı.Sorsan kahraman derler.
Bir avuç silah arkadaşıyla beraber Mustafa Kemal Atatürk ise vatan hainlerine rağmen bir Türk devleti kurmayı başardı.
Şimdi Osmanoğulları hanedanının ülkeden neden çıkartıldığını daha iyi anlıyoruz.Çünkü fitne devam ediyor.Bu ülkeye kıymet yerine mal ve mülk peşine düşmüşler. Anlatılanlara bakılırsa DEVLET BAHÇELİ ve ERDOĞAN Saltanatı ve bir İngiliz projesi olan Hilafeti getirmeye kararlılar.
Yani MHP ve AKP tarafından getirilen BAŞKANLIK ANAYASASI bir İngiliz projesidir. Uşakları bellidir.Sonuçları ise SEVR demek ehven kalır.Daha beter bir sürece taşımaktadır.
MHP ve AKP Anayasadan çıkartmış oldukları "CUMHURBAŞKANI ADAYI OLABİLMEK İÇİN DOĞUŞTAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI OLMA ZORUNLULUĞUNU " Yurtdışından getirilecek olan Osmanlı Hanedan mensuplarının Cumhurbaşkanlığına aday olabilmesi için Anayasadan çıkarttılar.
Şimdi Bahçeli ve Erdoğan tezgahlarını anladınız mı ?
Bu arada 15 Temmuz darbe senaryosu direk Türkiye Cumhuriyeti Devleti için tasfiye amacı taşıdığına göre Bahçeli ve rolünü çok iyi anlamak zorundayız.
Gün gelecek ATATÜRK ve Osmanlı hanedanı seçimlerde yarışacak.İş bu noktaya doğru getiriliyor. (ANSAV STRATEJİK ARAŞTIRMALAR VAKFI Başkan Yardımcısı H.Hakkı Kahveci tarafından hazırlanmıştır.) 

9 Aralık 2016 Cuma

ALMAN YARGIÇLAR BİRLİĞİ'nden Türkiye'ye tokat gibi cevap ve AKP yanlısı Yargıda Birlik Platformu'nun randevu istemine red!..

ALMAN YARGIÇLAR BİRLİĞİ'NDEN TÜRKİYE’YE CEVAP!..

AKP’ye yakınlığı ile bilinen "Yargıda Birlik Platformu" başkanı Dr. Birol Kırmaz, Alman "Yeni Yargıçlar Birliği Derneği’nden" randevu talep etti. Alman "Yeni Yargıçlar Derneği" adına Yönetim Kurulu başkanı Martin Wenning-Morgenthaler randevu talebine bakın nasıl bir yanıt verdi:
“Sayın Kırmaz,
NRV (Alman Yeni Yargıçlar Derneği) temsilcileri ile görüşme isteğinize ilişkin 27 Şubat 2016 tarihli mektubunuz için çok teşekkür ederiz. Umarız isteğinize uygun davranışımızı anlayışla karşılarsınız....
YARGININ GÖREVİ HÜKÜMETİ KORUMAK DEĞİLDİR
NRV, demokrasi ve azınlıkların korunması ve özellikle devletin üçüncü erki olarak yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığını savunmaktadır.
Bize göre yargı, diğer iki erk (yasama/meclisler ve yürütme/hükmetler) ile başa çıkabilecek yeterlilikte olmalıdır. Her erkte sahip olduğu araçları kötüye kullanma eğilimi mevcuttur. Bu nedenle, erklerin her tasarrufu, hizmet ettiği toplumun dikkatli bir denetimine tabi olmalıdır. Yargının görevi, hükümeti eleştirilere karşı korumak değil tam tersine yurttaşların temel haklarını korumaktır.
Gördüğümüz kadarıyla, günümüz Türkiyesi’nde bağımsız yargının bu prensipleri hiç bir şekilde hayata geçirilmemektedir.
Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin durumuna ilişkin ürkütücü bilgilere sahibiz.
Hükümet üyelerine ve yüksek bürokratlara karşı soruşturma başlatan yargıç ve savcıların görev yerleri değiştirilmiş ya da meslekten ihraç edilmişlerdir. Onların soruşturmaları, özellikle yolsuzluk iddialarıyla ilgili olanlar düşürülmüştür. Mesleki görevleri kapsamında yasadışı silah kaçakçılığı şüphesiyle bir tırı kontrol eden üç savcı ve bir polis (jandarma komutanı) bir kaç aydır cezaevindedirler.
Muhaliflerin ve Kürtlerin savunmasını üstlenen avukatların kendileri suçlanmış ve tutuklanmışlardır.
Üzüntü verici gidişatı eleştiren gazeteciler ve politik olarak aktif yurttaşlar suçlanmış ve tutuklanmışlar, kamu hizmetlerinden uzaklaştırılmışlardır. 
Bütün bu uygulamalara yargıçlar ve savcılar tarafından izin verilmektedir. Bu nedenle, mevcut durumda birçok yargıç ve savcının, bunun Türkiye’nin üstün çıkarlarına uygun olduğu bahanesiyle kendilerini hükümete ve onun temsilcilerine teslim ettiklerini düşünüyoruz.
Bu koşullar altında, bizim izlenimlerimize göre, hükümete çok yakın ve sorunun parçası olan bir yargıç örgütü ile temas kurma eğiliminde olmayışımızı anlayışla karşılayacağınızı umuyoruz.
Böyle temaslarla örgütünüze tanınırlık görüntüsü verme niyetinde değiliz.
Saygılarımla, Martin Wenning-Morgenthaler - Yönetim Kurulu Başkanı
((Gönderen: DR. Kayaalp Buyukataman Turkish Forum - Dunya Turkleri Birligi <kb@turkishforum.com.tr> adına eturkiyeyizbiz@googlegroups.com <eturkiyeyizbiz@googlegroups.com> 09 Aralık 2016-Cuma)

17 Ekim 2016 Pazartesi

VEFATININ 2. YILINDA ANADOLU BASININ İMPARATORU İSA KAYACAN ANKARA’DA ANILDI & Dr. Şemsettin Küzeci

VEFATININ 2. YILINDA

ANADOLU BASININ İMPARATORU
İSA KAYACAN ANKARA’DA ANILDI
Dr. Şemsettin Küzeci
Anadolu Basınının öncüsü Prof. Dr. İsa Kayacan vefatının 2. Yılında Kurucusu ve Genel Başkan yardımcılığı yaptığı Kerkük Kültür Derneği tarafından düzenlenen ve İLESAM ile Ailesinin katkılarıyla 15 Ekim 2016 tarihinde İLESAM merkez binasında severlerinin katkılarıyla anıldı.

Anam toplantısına Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın ve AKP Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan ve çok sayıda şair, yazar ve İsa Kayacan severleri katıldı. Açılış konuşmasından önce İsa Kayacan’ın Torunu Nazlı Aykut anma toplantısının sunuculuğunu yaparak,  Kayacan’ın yazmış olduğu “Selam Olsun” başlıklı şiiriyle açılış yaptı. Nazlı’nın o duygu yüklü sesiyle şiiri güzel bir şekilde yorumladı. Ulu önder Atatürk ve Silah arkadaşlarıyla tüm şehitler için saygı duruşu ve İstiklal Marşı okundu. Ardından da İLESAM Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız ve Kerkük Kültür Derneği Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci birer açılış konuşması yaparak, anama toplantısının önemine ve İsa Kayacan ile kısaca anılarına değindiler.

PROTOKOL KONUŞMALARI
Protokol konuşmalarında Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın İsa Kayacan’ın hayatından kesitler anlattı. Ve 11 Devlet Bakanına Basın müşavirliği yaptığı İsa Kayacan büyük bir rekor sahibi olduğunu vurguladı. Ayrıca 40.000 civarında makale, haber ve tanıtım yazıları yayınlaması “Guinness” rekorlar kitabına girmeyi çoktan hak etmiştir. Türkiye ev Türk dünyasında Başta 2 Fahri doktora ile bir Fahri Profesörlük olmak üzere, 500 civarında çeşitli aldığı ödül, plaket, onur, teşekkür vs. ödülleri onun çalışmaları ne kadar değerli olduğunun bir göstergesidir dedi. AKP Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan ise, Kayacan ile yaklaşık 40 yıllık bir dostluğunun olduğunu devlet kademelerinde beraber mesai yaptıklarını ve Kayacan’ın bir dürüst ve çalışkan devlet adamı olduğunu altını çizdi. İLESAM, Kerkük Kültür Derneği ve Kayacan ailesine teşekkür etti.

İSA KAYACAN TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET ÖDÜLLERİ
2016 yılından itibaren Kerkük Kültür Derneği tarafından verilen “İsa Kayacan Türk Kültürüne Hizmet Ödülleri” ilk kez olarak bu toplantıda dağıtıldı. 2016 yılı Hizmet Ödülleri İsa Kayacan’ın dört yakın meslektaşına takdim edildi. Gerekçeleriyle birlikte ödül alanlar şöyle:

-ŞAİR YAZAR. MUSTAFA CEYLAN,
Kayacan’ın sağlığında geniş kapsamlı bir araştırma yaparak, “Destanlaşan Köylü İsa Kayacan” adlı eseri yazan, şair ve yazar. Ödülünü İsa Kayacan’ın Kızı Gül Kayacan takdim etti.

- GAZETECİ, YAZAR: MUSTAFA NEVRUZ SINACI,
Kayacan’ın kurduğu Ece Haber Ajansı’nı yürüten, Kayacan’la ilgili web sitelerini kuran ve yöneten, O’nun çalışmalarını, eser ve hizmetlerini bütün dünyaya yayan, duyuran ve bu misyonunu aralıksız sürdüren; yakın dostu, gazeteci-yazar. Ödülünü İLESAM Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız sundu.


- PROF. DR. TAMİLLA ALİYEVA (AZERBAYCAN),
Başta Azerbaycan ve Türkiye olmak üzere tüm Türk dünyasına İsa Kayacan’ın çalışmalarının duyuran, Kayacan’ın eserlerini yazıları tanıtılmasına ışık tutan bilim insanı, akademisyen, araştırmacı şair ve yazar.  Ödülü AKP Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan takdim etti.

-GAZETECİ: AHMET TEKEŞ,
Görev yaptığı gazete ve dergilerde, İsa Kayacan ve önerdiği arkadaşlarının yazılarına kucak açan; yeni gazeteci, şair ve yazarların yetişmesine ve gelişmesine önderlik eden kadim Kayacan dostu gazeteci ve yazar. Ödülü Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın sundu.

İSA KAYACAN AİLESİNE İLESAM’DAN ONUR PLAKETİ
Uzun yıllar boyu İLESAM’a ve Türk kültürüne sunmuş olduğu hizmetlerinden dolayı vefatının 2. Yıldönümünde İLESAM kurumu adına Başkan Mehmet Nuri Parmaksız Kayacan’ın Ailesine bir Onur Plaketi takdim etti. Plaketi Kayacan ailesı adına Küçük kızı Gül Kayacan aldı.

İSA KAYACAN ŞİİR ŞÖLENİ
Anma programının ikinci bölümünde İsa Kayacan’ın şiirleri ve hakkında yazılan şiirler şair dostları tarafından seslendirildi. Dilek başlıklı şiirini Şair ve İLESAM Yönetim Kurulu üyesi İlter Yeşilay seslendirdi. Daha sonra; Durak Turan, İsmail Kara, Mustafa Ceylan, Celal Ogan, Şakir Susuz, Nusret Turan, Ali Kemal, Murat Duman, Vedat Fidanboy, Bayram Yelen, Bekir Yeğnidemir, Arife Aslan, Papatya Sibel, Davut Comart, Orhan Vergili, Sadettin Kılıç, Gazi Bayram Topçu, Ozan Elifce, Sevinç Doğancan Güven, Tuncer Ulusoy, Ertuğrul Yılmaz, Sadık Kılıç, Hayrettin Gültekin ve başkaları… Şiirleriyle ve anlamlı konuşmalarıyla İsa Kayacan’ı güzel bir şekilde anlattılar.

ORTAK ONUR BELGELERİ
Isa Kayacan anma toplantısına katılan başta Bakan Halil Şıvgın ve Milletvekili Nevzat Ceylan olmak üzere tüm katılımcı şair ve konuşmacılara İLESAM belgesiyle Kerkük Kültür Derneği’nin ortak onur belgeleri takdim edildi.

TELGRAFLAR
Merkezi İzmir’de bulunana kısa adı KIBATEK olan Kıbrıs-Irak- Balkanlar ve Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu İsa Kayacan’ın anısına bir telgraf gönderdi. Onursal başkan Feyyaz Sağlamın imzasını taşıyan telgrafta “ Türk Dünyası’nın unutulmaz sevdalılarından hocamız, ağabeyimiz Prof. Dr. İsa Kayacan için düzenlenene anma toplantısın katılan tüm dostlarıma ve ailesine saygılar ve teşekkürlerimi iletiliyorum” dedi.

DEVA ARKADAŞI OSMAN OKTAY
Şair ve yazar Osman Oktay için Kayacan, hemşeri olmasının ötesinde dost canlısı olarak bilinen, arkadaşı, ağabey, güzel insan vefakâr timsali, gazeteci, şair ve yazar İsa Kayacan “ O bir şeyler üretip yazanları, yayınlananları tanıtır, teşvik eder, desteklerdi. Görüyorum ki dostları da onu unutmuyor. Bu vesileyle ilesine, dostlarına ve bu toplantıyı tertip edenlere selam ve teşekkür ediyorum” dedi.

IRAK TÜRKMENLERİ DE KAYACAN’I UNUTMADI
1970 yıllarından beri Orta Asya ve Kerkük Türkleriyle yakından ilgilenen ve onlarla edebi mektuplar vesilesiyle kaynaşan ve işbirliği yapan Kayacan ve 1999 yılından bu yana Irak Türkmen davasına değer veren ve haklı milli davalarında destek vererek yaklaşık 1500 civarında makale, haber ve tanıtım yazıları yayınlayan İsa Kayacan2ı Irak Türkmenleri de unutmadı. Kerkük Kültür Derneği her zaman olduğu gibi Kayacan’ın düşünceleri ve fikirleri doğrultusunda hareket etti. Türkmeneli Kültür Merkezi Başkanı Dr. Mustafa Ziya da toplantıya bir telgraf ve demet çiçek göndererek Irak Türkmenleri adına Kayacan’ı yad etti.

29 Ağustos 2016 Pazartesi

“Tigranizm Hocalı`da” & TÜRK DÜNYASININ USTA KALEMİ ELUCA ATALI’DAN DEV ESER!

TÜRK DÜNYASININ USTA KALEMİ ELUCA ATALI’DAN DEV ESER!

[SWE-TURK29 AĞU 20160 COMMENT]
Ömrünü Türk Dünyasına adamış bir yazar, araştırmacı ve Tarihci.Can Azerbaycan’dan orta Asyaya Türkiyeden avrupaya yazdığı eserler ile kendini kanıtlamış, aldığı ödüller ve yazdığı kitaplarla Türk dünyasının gurur olan Eluca ATALI son eseri  “Tigranizm Hocalı`da” adlı dram tütündeki kitabı ile kitapseverler ile buluşuyor!
Eluca Atalı`nın “Tigranizm Hocalı`da” adlı kitabı dram türünde yazılmış, 5 perde 9 kısımdan oluşuyor. Eserde ermeni hasleti(soykırımı), onun yüzyıllar boyunca komşuları türklere karşı yaptıkları ihanet ve amansızlık, tarihi olgulara dayanarak akıcı bir tarzda sanat  şeklinde ve uslubunda verilmiş. Kitabın ilk perdesi olan “Tigran sürüldü, tigranizm sürünüyor” da özellikle bizim çağın yani 50-60 lı yıllarında ermenilerin Roma ve Parfiya devletlerinde yaptıkları ihanet ve amansızlığın ilkin tezahürleri canlandırılıyor.
TİGRANİZM HOCALI'DA...
Cani Andronik`in çar Rusya`sı tarafından satın alınıp, hülyasında denizden denize gemi yüzdürerek Türkiye, Nahçıvan, Batı Azerbaycan, Güney Azerbaycan, Karabağ`da yaptığı aklasığmaz vahşetler yüzyılda ileri seviyde edebi çözümünü bulmuştur.
Olayların bu gidişatı tigranizmin yaşadığını ve bir milletin ruhuna hakim olduğunu ispatlıyor. Olaylar XX yüzyılın 70li yıllarında Karabağ`da Azerbaycan`a ait Alban anıtlarının ermeni kilisesi Eçmiedzin tarafından nasıl çalınmasıyla devam eder.
Temeli Tigran tarafından konulan “Büyük Ermenistan” hülyasının gerçekleşmesi için Karabağ`ın ermeniler tarafından benimsenmesi maksadıyla o zamanki SSRİ KP-nın baş katibi Mihail Gorbaçov`un karısı Raisa`ya ermeniler tarafından rüşvet olarak verilmiş pırlanta yüzük orataya çıkar.
Eserin başındaki bölümlerde ise “Büyük Ermenistan” için yaratılmış “Ermeni can vergisi fonduna” her ay ermenilerin gelirlerinin yüzde beşi kadar para yatırılması ve bu vergiyi ödemeyen ermenilerin Azerbaycan`ın Sumgayıt şehrinde evlerindeyken katledilmesi açıklanıyor.
Hocalı soykırımıyla doruğa ulaşan olaylar, Hocalı olayları zamanı meydana gelmiş yüzlerle vahşetten yalnız biri – Hocalı sakini Ferhat`ın ailesinin şahsında tasvir edilir.
O da açıklanır ki, o aileyi gaddarlıkla mahv edenlerden biri Ferhad`ın kendi çocukluk arkadaşı ve kirvesinin oğlu, Hankendi sakini Seyran Ohanyan`dır.
Roma komutanı Tigran`ın ihanet ve amansız hareketlerinin tasvir edildiği sahneler aynı şekilde Xocalı`da devam ettirilir. Ermeni kimliği ve hasletiyse Serj Sarkisyan`ın Hocalı faciasından sonra yabancı gazetecilere verdiği basın toplantısında inceliğine kadar gösterilir. Bir nefeste soluksuz okuyacağınız ve kitaplığınızın baş köşesinden ayırmayacağınız Eluca Atalı`nın “Tigranizm Hocalı`da” adlı kitabını aşağıdaki adreslerden edinebilirsiniz:
http://www.dr.com.tr/Kitap/Tigranizm-Hocalida/Eluca-Atali/Edebiyat/Roman/Turkiye-Roman/urunno=0000000686211

17 Ağustos 2016 Çarşamba

NİCE BAŞARILI YILLARA (AK PARTİNİN 15. YAŞ GÜNÜ) Ali COŞKUN - 58. ve 59. Hükümetler Sanayii ve Ticaret Bakanı

NİCE BAŞARILI YILLARA
(AK PARTİ'NİN 15. YAŞ GÜNÜ)
Ali COŞKUN
58. ve 59. Hükümetler Sanayii ve Ticaret Bakanı
Siyasi tarihimize, geriye bakıp değerlendirdiğimizde yeni bir oluşumun partileşmesi, iktidar olabilmesinin ilk şartının halkımızda bir beklenti ortamının oluşmasına bağlı olduğu görülür. DP, ANAVATAN, AK PARTİ en çarpıcı örneklerdir.
İki binli yıllarda Anavatan partisinin giderek zayıflaması, Alparslan Türkeş'in ölümü sonrası MHP'deki belirsizlikler, Refah Partisinin kapatılması DYP'nin siyasetten çekilmesi, sol partilerin ise bir varlık gösteremeyişi hele de ekonomimizin darboğazlara sürüklenmesi toplumumuzda yeni bir beklenti ortamı doğurdu.
28 Şubat Post-Modern darbe ile siyasi hayatımız tam bir vesayet altına girdi. Başta bir kısım askeri cenah olmak üzere diğer güç odaklarının demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve özgürlükleri hiçe sayan baskı ve davranışları ise ortamı hazırlayan gelişmeler oldu.
Diğer taraftan üç büyük siyasi partinin hem de ilke olarak sağda Milliyetçi Hareket Partisi, ortanın sağında Liberal Anavatan Partisi ve solda Sosyal Demokrat Demokratik Sol Parti'nin yer aldığı koalisyon hükümeti ekonomik, sosyal, kültürel, iç ve dış politika konularında beklenenin dışında çok başarısız bir dönem yaşattı.
Terör tırmanırken “Yurtta sus, cihanda sus” politikası izleniyor, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği ile sosyal sorunlar tırmanırken ekonomimiz yüksek enflasyon, yüksek faiz, döviz-borsa üçgeninde çırpınıp duruyordu.
Dünya bankasından bakanlığa transfer edilen ve kurtarıcı olarak görülen Kemal Derviş'in arkasında siyasi otorite oluşturulmamış IMF reçetesiyle uygulanan parasal ağırlıklı politikalar bekleneni verememişti.
Ekonomimizin düştüğü uçurumdan sadece para politikaları ile çıkabilmesi imkânsızdı. Para politikalarının, ciddi mali politikalarla desteklenmesi, üretim politikalarıyla bütünleşmesi gerekirdi.
Yatırımlar durmuş, üretim gerilemiş, kamu toplam borç yükümüz GSMH'nın %70'ini aştığı için Uluslar arası kaynaklar nezdinde ekonomimiz iflas etmiş durumlara sürüklenmişti.
Birçok yeni oluşum girişimleri gazetelere yansırken yıllardır değişmeyen MSP, REFAH, Milli Görüş Parti programları ve değişmeyen yönetim kadroları halkımızdan beklenen karşılığı bulamıyordu.
Refah Partisi kapatılmış ve Recai Kutan başkanlığında Fazilet Partisi kurulmuştu. Böyle bir ortamda Fazilet Partisi bünyesinde başlattığımız yeniden yapılanma hareketimize gelenekçi kanat “Anavatandan gelenler” diyerek tavır almaya başlamışlardı, oysaki bizler partiye ısrarla davet edilmiş ve değişim sözü verilerek kabul edilmiştik.
Parti Başkanı Recai Kutan'la heyet halinde görüştük değişim ve dönüşüm programımızı anlattık kendisi hak verdiği halde Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocanın ve çevresinin baskılarıyla teklifimizi kabul etmedi böylece basına yansıyan şekliyle Gelenekçiler – Yenilikçiler hareketi başladı.
Abdullah Gül başkanlığında hareket ettiğimiz 14.8.2000 tarihli kurulda az bir oyla kaybetmemiz arkasından yeni bir oluşuma karar verdik.
Ancak Fazilet Partisi’ne de kapatılma davası açılınca kamuoyunda yanlış değerlendirilmemesini düşünerek partiden ayrılmayıp sonucu bekledik. Fazilet Partisi’nin de 22. Haziran. 2001 tarihinde kapatılması sonucu Ak Parti düşüncemiz bağımsız bir harekete dönüştü.
Yaptığımız istişare toplantılarında, demokrasi hayatımızda siyasi partiler kadar önemli olan sivil toplum kuruluşlarımız, kanaat önderlerimizin görüşlerini paylaştık, kamuoyu yoklamalarını değerlendirdik.
İstanbul Belediye Başkanlığında başarılı hizmetlere imza atmışken, Siirt ilimizde okuduğu şiir yüzünden hapse giren Recep Tayyip Erdoğan'ın harekete katılması ile çalışmalarımız yeni bir boyut kazandı.
Kamuoyu o günlerde artık şahıs partisinden çok bir kadro harekâtı beklentisi içindeydi. Bunu dikkate alarak başlangıçta her kesimin kendisini görmesine imkân verecek toplumda yeri olan kimselerin üst yönetimde görev almasına özen gösterdik.
Sıra halka iktidar olunca neler yapabileceklerimizi projelerimizle anlatmaya gelmişti. Partide çok iyi bir görev taksimiyle çalışmalara başlandı zaten seçilen bütün görevli arkadaşlar bilgi birikimlerimizle programı hazırlamaya başladık. Herkes kendi alanlarında çalışmalarını başarıyla sürdürdüler.
Biz ekonomiden sorumlu genel başkan yardımcısı olarak kısa zamanda “Türk Ekonomisinin Başlıca Temel Sorunları ve Acil Çözüm Önerilerimiz” kitabını hazırlayarak parti MKYK onayından geçirip binlerce adet bastırarak dağıtmamızın ardından konferanslar, özel toplantılar, Televizyonda açık oturum programları ile başta İş Dünyasının ve halkımızın güvenini kazandık.
Parti ismi olarak iki önemli unsura yer verildi “Adalet ve Kalkınma” böylece Muhafazakâr Demokrat kimliği ile 14. Ağustos 2001 tarihinde Adalet ve Kalkınma Partimiz kurulmuş oldu.
Daha önceden erken seçim kararlarıyla belirlenmiş olan 3. Kasım. 2002 Genel Seçimlerine çok sistemli bir şeklide çalışmalar halkla bütünleşerek sürdürüldü.      
Malum güç odakları bu kez kurucu genel başkan olan Recep Tayyip Erdoğan'ın Milletvekili olmasını engellediler. Buna rağmen Recep Tayyip Erdoğan Genel Başkan olarak yılmadan ekip harekâtını sürdürerek çalışmalarına devam etti.
Kuruluşumuzun 15. ayında geçerli oyların %34,63'ünü alarak Ak Parti iktidar oldu. Bana göre bu zafer Demokrat Parti ile başlayan 60 yılı aşan bir mücadelenin sonucuydu ve Abdullah Gül Başkanlığında 58. Hükümet kurularak köklü değişiklikleri gündeme getirdi.
Milletvekilliği engellenen Recep Tayyip Erdoğan'ın bu yasağı Cumhuriyet Halk Partisinin de desteği sonucu yapılan Anayasa değişikliği ile kaldırıldı ve Recep Tayyip Erdoğan 8. Mart.2003 tarihinde yapılan yenilenme seçimi ile Siirt ilinden Meclise girdi.
Abdullah Gül'ün istifası üzerine 15. Mart.2003 tarihinde Recep Tayyip Erdoğan Başbakanlığında 59. Hükümet kuruldu.
Yerel ve Genel Seçimlerle devam eden Ak Parti başarısı hep devam etti.
Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı seçiminde çıkartılan hukuk dışı engeller de Ak Parti lehine aşılarak Cumhurbaşkanlığı kazanılmış, sonraki yıllarda da ilk defa halkın oyları ile Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
14 yıllık iktidar dönemimizde Hükümet ve yerel yönetimler olarak çok başarılı hizmetlere imza atmamızı, iki Cumhurbaşkanlığını kazanmamızı nasip eden Yüce Mevlâya şükrederken, şimdi geriye dönüp bakarak 15 yıl içinde halkımıza şerefle hizmet edip partimize emeği geçen kadroların çalışmalarını çok iyi analiz ederek, yanlışlara yer vermeden yeniden bir değerlendirme yapma ve geleceğe ona göre yön verme durumundayız…
Parti yönetiminde istişareye öncelik tanınması yanı sıra, bizi millet yapan (öz değerlerimize) kültürümüze daha çok sahip çıkılmasına, dış politikada daha şahsiyetli ve yapıcı, iç politikada ise uzlaştırıcı politikaların öne çıkarılmasına önem vermeliyiz.
Diğer taraftan bozulmaya başlayan siyasi istikrarın Binali Yıldırım Hükümetinin kurulması ile olumlu yönde seyir takip etmesinden cesaretle kesimler arasında sosyal barışın sağlanması konusunda ilerlemeler sağlanması böylece oluşacak ekonomik istikrar ortamında en az %5 normalde %7'lik sürdürülebilir büyümenin hedef alınması önem taşımaktadır.
Kısacası kuruluş yıllarımızda ki gibi ekonomik tedbirlerin siyasi tercihlerin önünde yer alacağı günlere geçişi heyecanla bekliyoruz.
Nice başarılı yıllara…

13 Nisan 2016 Çarşamba

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. (Av) Metin Feyzioğlu'nun Demokrat Parti Genel Başkanlığı adaylığı, 27 Mayıs 2016 günü açıklanacakmış

AMAN DİKKAT!. DP'nin başına kirli çorap örülüyor. Püsküllü belâ iş başında..

“DORUK CİN-İ” VE AVENESİ TARAFINDAN OYUN BÖYLE KURULUYOR!..
VARAN: 3)
FEVZİOĞLU'NUN DP GENEL BAŞKANLIĞI ADAYLIĞI 27 MAYIS'TA AÇIKLANACAK!
(Tarih: 12-NİSAN-2016, ADALET HABER & TÜRKİYE HAVADİS, YEKTA YAKTI)
CİNDORUK DEMOKRATLARA TARİH VERDİ
Milli Merkez'in Başkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi e. Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un bugün iki ziyaretcisi vardı...
Demokrat Parti Bursa e. İl Başkanı Ahmet yıldırım ile Osmangazi e. İlçe Başkanı İsmet Koyuncu...
Bildiğiniz gibi, Demokrat Parti'nin yeniden ayağa kalkması için Bursa'dan taban hareketi başlatıldı, Yalova ve Samsun'da noktalandı...
Samsun'da, beklenilenin üzerinde bier katılımla, Demokrat Parti'nin meşalesi'nin yeniden yakılacağının işaretinin verilmesi üzerine, Milli Merkez'in Başkanı Hüsamettin Cindoruk, daha önceden kendisinden randevu isteyen İsmet Koyuncu ile Ahmet Yıldırım'ı dün akşam apar topar İstanbul'a çağırdı...
CİNDORUK "BAŞKANLIK SİSTEMİ TÜRKİYE'NİN ÇÖKÜŞÜ OLUR"
Cindoruk, Demokrat Parti'nin taban hareketinin önderleri, Ahmet Yıldırım ve İsmet Koyuncu  ile uzun uzun yeni anayasa ile birlikte gündeme gelen başkanlık sisteminin Türkiye'yi karamsarlığa götürceğini, bunun gerçekleşmemesi için mücadele verdiğini söyledi...
Cindoruk, "Şayet anayasa değişir ve başkanlık sistemi gelirse, Türkiye'de hiçbirşey artık eskisi olmaz, benim tek amacım bu, bugünkü koşullarda yeni bir partinin kurulmasının doğru olmadığını düşünüyorum. Mevcut yapının (Demokrat Parti'nin) başına toparlayacak bir lider çıkarırsak, Türkiye'de yeni bir dönemin önünü açarız"dedi...
Cindoruk'un bu sözleri üzerine, geçtiğimiz günlerde gündeme taşıdığım, Cindoruk Fevzioğlu'nu Demokrat Parti'nin başına hazırlıyor yazımdan yola çıkan, İsmet Koyuncu ile Ahmet Yıldırım, Fevzioğlu'nun Demokrat Parti'nin başına geçmesinin doğru olacağını Cindoruk'a söylediler...
CİNDORUK: 
'27 MAYIS'I BEKLEYİN'
27 Mayıs 2016'da 1960 darbesinin 56. yıl dönümü.  Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk darbesi olan, 27 Mayıs'ta, halkın iradesi'ni yok sayan cunta, 27 Mayıs 1960 Darbesinin ardından Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere bütün Demokrat Partililer Yassıada'ya sürüldü...
15 Eylül 1961'de biten duruşmaların ardından, Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan Eylül 1961'de idam edildi...
DEMOKRATLAR (?!) 27 MAYIS'TA ANKARA'DA
Türk Demokrasi hayatında kara bir leke olarak yer alan 27 Mayıs'ta, Diyarbakır'da yapacakları toplantının, Ankara'da yapılmasına karar verdiklerini söyleyen, Koyuncu ile Yldırım, a, Cindoruk " Demokrat Parti'nin kökü çok sağlam, tabanı hala dimdik ayakta, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Metin Fevzioğlu'nun sizin de dediğiniz gibi, Demokrat Parti'yi yeniden ayağa kaldıracağına ben de inanıyorum. Bu konu da, Fevzioğlu'nun kararı önemli, 27 Mayıs'ı bekleyelim' dedi...
YILDIRIM VE KOYUNCU ÇALIKOĞLU MEDYA'DA
Ahmet yıldırım ile İsmet Koyuncu, Cindoruk'la yaptıkları bu görüşmenin ardın'dan, Çalıkoğlu Medya Yayın Grubu Başkanı Melek Çalıkoğlu'nu ziyaret ettiler ve Cindoruk'la yapılan görüşmenin çok olumlu geçtiğini söylediler...
Ahmet Yıldırım ziyarette yaptığı konuşma'da, " Türkiye'nin içinde bulunduğu konum ortada, hergün şehitlerimize göz yaşı döküyoruz. İç ve dış siyaset çöktü, Türkiye'nin nereye gittiğini milletimize 1946'da olduğu gibi çıkıp anlatmalıyız. 
Siz bizi, Adalet Partisi çatısı altında toplanmaya çağırdınız da söyledim. Bugün Adalet Partisi diye ortaya çıkan parti bizim Adalet Partimizi temsil etmiyor. Bizim partimiz Demokrat Partidir. Demokrat Parti'nin Genel Başkana ihtiyacı yok, lider'e ihtiyacı var. O lider'de sayın eski Genel başkanımız Cindoruk'unda işaret ettiği gibi sayın Fevzioğlu'dur' dedi...
İsmet Koyuncu, " Samsun'da yaptığımız toplantıda bir kere daha ortaya çıktı ki; Demokrat Parti'nin ayağa kalkmaması için hiç bir sebep yok. Bugün Türk siyasetinin duayeni ve Genel Başkanımız Hüsamettin Cindoruk'un, Türkiye gündemine dair yaptığı açıklamalar bizleri çok karanlık günlerin beklediğini ortaya koyuyor. 
Sayın Cindoruk'un tek amacı ve hedefi yeni anayasanın bu haliyle çıkmamasıdır. Bu konu da çalışmalarına devam ederken, yeniden merkezde güçlü bir tabana sahip olan Demokrat Parti'nin sayın Fevzioğlu'nun liderliğinde ayağa kalkmasıdır. Bu konuda 27 Mayıs'ta net tavır ortaya çıkacağının mesajını verdi bize...
Bizde sayın Cindoruk'un mesajı üzerine, Diyarbakır'da yapacağımız taban hareketi toplantısını, 27 Mayıs'ta tüm Demokratların katılımı ile Anakara'da yapmaya karar verdik' dedi...
Sözün özü şu...
Merkez sağ'da bir partiye ihtiyaç yok. Demokrat Parti var, sadece yapılacak tek şey, Türkiye'de yeniden kırat'ı şaha kaldırmak için Demokratlar olarak doğru bir isimle yani liderle toparlanmaktır...
Sayın Cindoruk, Fevzioğlu'nu, Demokrat Parti'nin başına hazırlıyor diye yaptığım duyuru da böylece, Milli Merkez'in başkanı sayın Cindoruk'un Yıldırım ve Koyuncu'ya yaptığı değerlendirme ile doğrulanmış oldu...
VARAN: 2)
CİNDORUK FEVZİOĞLU'NU DEMOKRAT PARTİ'YE Mİ HAZIRLIYOR?
(Tarih: 09-NİSAN-2016, ADALET HABER & TÜRKİYE HAVADİS, YEKTA YAKTI)
Milli Merkez'in başkanı ve merkezsağ'ın önemli siyasetcilerinden Hüsamettin Cindoruk, bildiğiniz gibi uzun süredir, sağ ve sol'da önemli isimlerin yer aldığı bir kadro ile iktidar'a alternatif bir parti kurmak için çalışmalar yapıyor...
Cindoruk'un 'kirli Anayasa'ya Hayır' adı altında düzenlediği panellere gidenler'e baktığımız da, sol'dan ve sağ'dan önemli isimlerin katıldığını görmekteyiz...
Cindoruk, bu panelerde, yaptığı konuşmalar ile Türkiye'de dışarda ve mecliste muhalefet olmadığının altını çiziyor. Ak Parti'den rahatsız olan milyonların alternatif olmadığı için sesini çıkaramadığını belirtiyor...
Türkiye'nin iç ve dış politika'da yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen, her gün şehitlerin dizi dizi kaldırıldığı bir ortam'da, gündemi kişisel hesapları ile geçiştiren mufaletin yerini alacak bir parti'nin Milli Merkez cephesi tarafından kurulucağını artık sağır sultan bile biliyor...
SAĞ VE SOL METİN FEVZİOĞLU'NA SICAK BAKIYOR
Cindoruk'un başkanı olduğu, Milli Merkez tarafından kurulacak olan partinin lideri, Türkiye Barolar birliği Başkanı Metin Fevzioğlu olduğu bilinen gerçek, milli merkez'in içinde olan sağ ve sol kanat öderleri de, biran önce partinin kurulmasını istiyorlar...
Türk siyasetinin duayeni, Hüsamettin Cindoruk yeni bir parti kurmanın bugünkü ortamda çok güç olduğunun farkında olduğunu söyleyen, kaynağım, " Ak Parti'nin gücü orta, bu güç karşısında yeni bir parti kurulması ve İl ve ilçelerde teşkilatlanması o kadar da kolay değil, Sayın Cindoruk tüm bunları göz önünde bulunduruyor. 
Merkezsağ'da ve sol'da yeni bir yapılanmanın kaçınılmaz olduğu da bir gerçek. Türkiye'nin her tarafında bu konuda bir an önce harekete geçilmesi konusunda da baskılar yapılıyor.
Sayın Cindoruk'a...
Türkiye Barolar birliği Başkanı Av. Metin Fevzioğlu'nun liderliğinde, Demokrat Parti muhalefet boşluğunu doldurur mu?..
Sol ve sağ'ı temsil edenler, Fevzioğlu'nun liderliğinde Demokrat Parti'de bir araya gelirler mi?
Sayın Cindoruk, bu sorularının cevabını almak için sağ ve sol kesimin önemli isimleri ile görüşmeler yapıyor'dedi.
Sizce, Fevzioğlu Demokrat Parti'nin lideri mi olur mu, sağ ve sol'u temsil eden önderler, Demokrat Parti çatısı altında toparlanır mı?..
Soru bu...
Ben size, Çarşamba günü görüştüğüm kişilerin bu konudaki görüşlerini açıklayacağım...
VARAN: 1)
MİLLİ MERKEZ NAKIŞ İŞLER GİBİ PARTİLEŞİYOR
(Tarih: 05-NİSAN-2016, ADALET HABER & TÜRKİYE HAVADİS, YEKTA YAKTI)
Türkiye zor süreçten geçiyor...
Milli Merkez Başkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un da, dediği gibi, halkın büyük çoğunluğu haberleri izlemek istemiyor. Şehit haberlerinden dolayı...
Ortalıkta, darbe olacak dedikodularından geçilmiyor. Genel Kurmay'dan açıklama geliyor, 'darbe yapmayacağız'...
Sayın Cindoruk buna da cevap veriyor...
'Bu yaşıma kadar kadar yapacağız' diyeni duymadım"...
Ve ekliyor, 'salon dolu ama yetmez, bu toplantıları daha fazla yaparak, cumhuriyete hep birlikte sahip çıkacağız'...
Doğusu ile Batısı ile, Güney'i ile ve Kuzeyi ile buluşacağız ve kirli anayasa'ya hayır' diyeceğiz"...
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Tansel Çölaşan'da kararlı bir şekilde, Anadolu'yu dolaşacaklarını söyledi ve İ, İl, İlçe ilçe dolaşacaklarının altını çizdi...
Milli Merkez Ankara Temsilcisi ve eski Ekonomi Bakanı Ufuk Söylemez ile yaptığım özel röportaj'da, sayın Söylemez , bu kaos ortamında, toparlayıcı, bütünleştirici, sağ-sol ayrımı yapmadan herkesi kucaklayacak bir partiye ihtiyaç olduğunun altını çizdi...
Salonda bulunanlar arasında, CHP'li, Demokrat Partili, MHP'li, Adalet Partili, DSP'li olanları gördüm. Bir kısmı da, Vatan Partisi ile Milli Merkezcilerin yollarını neden ayırdığını sorguluyordu...
Sayın Ufuk Söylemez'e de bunu sornalar vardı. Söylemez'de 'hiç bir siyasi partinin arka bahçesi olmadıklarını ve tek hedeflerinin, Türkiye'de yapılmak istenen kirli anayasayı engellemek' olduğunu söyledi...
Özetle Vatan Partisi ile yollarını ayıranların kendileri olmadığını, onlar bizden ayrıldılar demeye getirdi sözü...
MİLLİ MERKEZ'İN LİDERİ FEVZİOĞLU
Türkiye'de muhalefet olmadığından, iktidara karşı alternatif siyaset üretecek bir liderin olmayışından, zaman zaman yaptığı konuşmalarda sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın da şikayet ettiğini biliyoruz...
Merkez Sağ'da yeniden sahaya inecek bir lider yok...
CHP ise malum, Kemal Kılıçdaroğlu ile dağılma sürecine girdi...
Sayın Cindoruk'unda dediği gibi, meclis dışında ve içinde muhalefet yapacak lider yok...
Demokrat Parti nasıl 27 yıllık CHP iktidarını sonlandırdıysa, Milli Merkez'in içinden çıkacak olan bir partide, Ak Parti iktidarını sonlandıracaktır...
Şişli Kent Merkezi'nde görüştüğüm onlar kişinin de, görüşü biran önce Milli Merkez'in partileşmesiydi...
Salonu hınca hınç dolduranların ortak görüşünün yeni kuracak partinin liderininde Türkiye Barolar Birliği Başkanı Av. Metin Fevzioğlu isminde birleşmesidir...
Soruyor vatandaş...
Daha neyi bekliyorlar...
Ben her zaman sokağın sesine kulak veren biri olarak, gittiğim her yerde, katıldığım her toplantı da, sağcısı, solcusu biran önce Milli Merkez'in partileşerek taşın altına gövdesini koymasını bekliyor...
Türkiye kağıt üzerinde kurulan partiler çöplüğüne döndü. Ortaya adam gibi adam bir liderin çıkmamasından, kimsede ortaya çıkacak yüreğin olmadığı bir dönemdeyiz, diye hiç kimse kararmsarlığa kapılmasın, millet 1946'da olduğu gibi kendi iktidarını sağlayacak bir partiyi, Fevzioğlu'nun liderliği'nde çok kısa bir zaman sonra ortaya çıkaracaktır...