07 0CAK 1946’DAN 2015’E
NACİ AKIN
Bugün
7 Ocak, Türkiye’de bir daha geri dönülemez bir şekilde çok partili siyasi
hayata geçişimizin, yani Demokrat Partinin kuruluşunun 69. Yıl dönümü. Acaba
bugünkü neslin kaçta kaçı, Demokrat Partinin kuruluş ve var oluş sebeplerini
biliyor, anlıyor? Kuruluşunun üzerinden henüz birkaç ay bile geçmeden, büyük
halk çoğunluğunun desteğini alan, teveccühünü kazanan, 6 ay sonra girdiği ilk
seçimde oyların çoğunluğunu aldığı halde devlet gücüyle kaybettirilen Demokrat
Partinin doğuş ve yükseliş sebeplerinin kim ne kadarını biliyor?
Her yıl 7 Ocakta veya 14 Mayısta düzenlenen toplantılarda Demokrat Partinin,
halkın oligarşik dikta yönetimine başkaldırısı olarak doğduğu değerlendirilir.
Doğru mudur? Evet, doğrudur ama bu tek cümle, Türkiye’de en büyük değişim ve
dönüşüm hareketini başaran, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu
fikrini kuvveden fiile geçiren, Atatürk’ün “Köylü Milletin Efendisidir” sözünün
doğruluğunu ortaya koyan, halkı tebaa olmaktan kurtarıp Türkiye Cumhuriyetinin
eşit yurttaşı olmasını sağlayan bu büyük hareketi ifade etmekte yetersiz kalır.
Demokrat Partiyi anlatabilmek için ne kadar tarihi, sosyolojik, ekonomik,
siyaset bilimi ve iletişim alanlarında bilimsel araştırmalar yapılırsa yapılsın
gene de Demokrat Partinin ideolojisini, halkın bu kadar gönlüne girebilecek
potansiyeli elde etmesini, ekonomik, sosyal görüşlerini, halka yaklaşımını,
tanımlayabilmek mümkün değildir. Onu ancak, 50 öncesinde ve sonrasında
yaşayanların, yaşadıklarının, düşündüklerinin ve davranış biçimlerinin ortaya
çıkarılması ve analiz edilmesi ile belki biraz daha gerçekçi çıkarımlar
yapabiliriz.
Bu tür araştırmalar yapılmamış
mıdır? Elbette yapılmıştır, araştırmalar, makaleler, doktora tezleri, doçentlik
tezleri yazılmıştır, gazetelerde birçok tefrikalar yer almış, kitaplar
yayınlanmıştır. Ancak tüm bunlar tek başına ne Demokrat Partinin felsefesini,
idealini ortaya koymaya ne de o günün ve bugünün seçmen davranışlarını, halkın
yaklaşım ve düşünce tarzını analiz etmeye yeter. Genel kapsamlı ve makro
düzeydeki çalışmalar bir yere kadar siyaset bilimi ve yakın tarih açısından bir
anlam ifade edebilir, ancak seçmen davranışlarını analiz edebilmek için yerel
araştırmalara, sözlü tarih çalışmalarına, o dönemleri yaşayan halktan alınan
tutarlı verilere dayalı bilimsel araştırmalara da ihtiyaç vardır. Bunu yapanlar
da olmuştur, örneğin değerli dostum C.B.Ü Demirci Meslek Yüksek Okulu önceki
müdürü Doç. Celal Metin’in “Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş Döneminde Demirci’de
Siyasal Değişim: Bir Sözlü Tarih Çalışması” buna bir örnektir. Bunun gibi belki
başka çalışmalar da vardır, ancak bunlar ne kadar topluma yansıyabilmiştir?
Siyasetçiler, siyasal analiz yapanlar, araştırmacılar bunlardan ne kadar
istifade edebilmiştir? Bunların daha da yaygınlaştırılması, sadece üniversite
kütüphanelerinde ve arşivlerinde kalmayarak kamuoyuyla da paylaşılması daha
fazla yarar sağlayacaktır.
Ben isterdim ki, 1946 seçimlerindeki Aslanköy (Mersin) direnişi ile ilgili
araştırmalar yapılsın, direnişe katılan kadınlardan hayatta kalanlar varsa
onlarla görüşülsün, direnme sebepleri ortaya çıkarılsın.
Bilmeyenler için kısaca anlatayım: Malum 1946 seçimleri çok partili siyasi
hayata geçişimizin ilk seçimleriydi. Demokrat Partinin hızla yükselişe
geçtiğini fark eden iktidardaki CHP seçim tarihini öne çekerek Temmuz ayında
seçim yapılmasını kararlaştırmıştı. Amaç DP’yi tam olarak örgütlenemeden
hazırlıksız yakalamaktı. Buna rağmen DP neredeyse tüm yurtta seçimlere katılmış
ve büyük de başarı elde etmişti. Ancak o zamanki seçim sistemi açık oy gizli
tasnif öngörüyordu. Yani halk jandarmanın, devlet görevlilerinin gözü önünde
açık olarak oy kullanıyor fakat sayım gizli odalarda devlet görevlilerince
yapılıyordu. Buna rağmen halk korkmadan DP’ye oyunu vermişti ama gizli yapılan
sayımlarda oylar çoğunlukla CHP’ye yazılmıştı. Dürüst görevlilerin olduğu
bölgelerde ise DP adayları seçimi kazanmıştı. Aslanköy’de sandıklar kapandıktan
sonra jandarma sandıkları alıp sayım için götürmek istiyor ve tartışma çıkıyor,
jandarma da birçoklarını gözaltına alıyor. Bunun üzerine toplanan yiğit
Aslanköy kadınları büyük bir direniş başlatıyor, sandıkların üzerine oturarak
oylarının çalınmasına engel oluyorlar.
Bana göre sebepleri farklı da olsa Aslanköy direnişini başlatan o yiğit
kadınların eylemlerindeki düşünce ile Gezi hareketinin arkasında yatan düşünce
aynıdır. Maalesef başlangıçta fevkalade taraftar bulan Gezi hareketi, bazı
marjinal gurupların bu masum ve haklı hareketi kendi siyasi çıkarlarıyla
vandalizme dönüştürmesi toplumda uyanan olumlu havayı da ortadan kaldırmıştır.
Dedesi Yassıada mahkemeleri sonrası haksız yere idam sehpasında can veren,
torun Fatin Rüştü Zorlu’nun Gezi hareketinde yer alması da genlerinden gelen
haksızlığa, hukuksuzluğa, keyfiliğe, baskıya ve acımasızlığa, başkaldırıdan
başka bir şey değildir. Eğer Aslanköy direnişi ya da Demokrat Partinin kuruluş
aşamasındaki benzeri, baskı, tehdit ve yıldırma politikalarına karşı girişilen
eylem ve direnişler çalışılmış, analiz edilmiş olsaydı belki bundan dersler
çıkarmasını bilenler Gezi Hareketinin amacından sapmasına engel olabilecek
davranışları gösterebilirlerdi.
Türkiye ne Cumhuriyetin temel değerlerinden, Atatürk’ün koyduğu çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşma hedefinden ne de demokrasiden ve İslami değerlerden vaz
geçemez. Milleti bir ve bölünmez olarak tutabilmek, ötekisi olmayan bir toplum
yaratabilmek tüm yurttaşların hür ve eşit olmasını sağlayabilmek de bu
saydığımız değerleri birini diğerinden üstün tutmadan koruyup, kollamak ve
uygulayabilmekten geçer. Bir başka deyişle, Devleti milletiyle kavgalı değil,
tüm unsurlarıyla, etnik ya da mezhepsel farklılıkları, ayrılık değil zenginlik
olarak görerek tüm bireyleri ile barışık, halkının mutluluğu ve refahı için
çalışan bir devlet anlayışı gerekmektedir. Demokrat Parti işte bunu
başarmıştır. Demokrasi ve hürriyet içinde kalkınmayı sağlamıştır. Bugüne kadar
bunu başarabilen iktidarlar da Demokrat Parti ve onun devamı olan partilerin
iktidarları olmuştur.
Düşününüz ki Cumhuriyetimizin
kurulduğu 29 Ekim 1923’ten Demokrat Partinin iktidara geldiği 14 Mayıs 1950’ye
kadar geçen 27 senelik dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti sayısız etnik,
mezhepsel ve laiklik karşıtı başkaldırı, suikast, isyan ve eylemlere maruz
kalmıştır. Ancak, Demokrat Partinin 10 yıllık iktidar döneminde Devlete karşı
tek bir silahlı kalkışma olayı yaşanmamıştır. İşte bu Devlet ile milletin
barışık olması, devletin tüm yurttaşlara karşı eşit, adil ve hukuka saygılı
yaklaşımı sayesinde olmuştur. Demokrat Parti ne din elden gidiyor safsatalarına
ne de Cumhuriyet elden gidiyor vehmine kulak asmamış, Cumhuriyetin değerleriyle
milletin değerlerini bir arada tutarak halkın barış içinde, hür ve eşit
yurttaşlar olarak yaşamasına imkan sağlamıştır.
Bugün geldiğimiz ortamda ülke, bölünmenin eşiğine gelmiş, insanlar her hadise
bahane edilerek kutuplaştırılmış, atılan olumlu veya olumsuz her adımda bir art
niyet aranır hale gelmiş, bir taraf siyasal İslamı referans alırken diğer taraf
her fırsatta Cumhuriyetin değerleri yok ediliyor vehmine kapılarak toplumu
germeye devam etmektedirler. Bu gerginlik toplumda huzursuzluğu had safhaya
çıkarmış, bunun arkasına sığınarak politika üretmeye çalışanlar ise her vakayı
darbe girişimi diye niteleyerek gerginliği daha da artırmaktadırlar.
Türkiye böyle bir siyaset anlayışına layık değildir. Peki o zaman nasıl
normalleşeceğiz? Nasıl gerginliği ortadan kaldırarak, demokrasiyi rayına
sokup, medeni siyaset anlayışına sahip olacağız? Huzur ve istikrarı sağlayıp,
devletle milleti barıştıracağız? Dün bir taraf ötekileştirilirken, diğer
tarafın ötekileştirilmesine nasıl mani olacağız? Ben bu soruları soruyorum,
elbette bunların cevabı bende vardır. Ancak biraz da sorumluluk sahibi
siyasetçilerin, en büyük silahları kutsal oyları olan aziz vatandaşlarımızın
daha akılcı, mantıklı, şahsi ikbal ve ihtiraslarından arınarak, bir kez daha düşünüp
doğru yolu bulmalarını istiyorum.
Demokrat
Partinin kuruluşunun 69. Yılında; Türkiye’nin halen daha Demokrat Partinin
barışçı ve demokrat yaklaşımına ihtiyaç varsa çare de vardır. Hukukun
üstünlüğünün sağlandığı, hür ve bağımsız bir Türkiye, dileyen herkesin
fikirlerini serbestçe söyleyebildiği, özgür bir Türkiye idealimizdir. Ülkenin
birlik ve bütünlüğünün korunmasına ve halkının hiçbir ayırım gözetmeksizin hür
ve eşit yurttaşlar olarak bir arada ve barış içinde yaşamasına, herkesin
inancına, kültürüne, geleneklerine göre hayatını serbestçe sürdürmesine bugün
her zamankinden fazla ihtiyacımız vardır. Herkesin serbestçe dilediği işi,
ticareti yapmasına ve devletin müteşebbisin önünü açmasına, iş ve yatırım
ortamını iyileştirmesine, kalkınan, gelişen, büyüyen, muasır medeniyetler
seviyesine ulaşmış bir Türkiye’ye ihtiyacımız varsa çare de vardır…
Demokrat Partinin Türk siyasi hayatına bir güneş gibi doğuşu, ülkemize çok
partili ve çoğulcu demokrasinin gelişinin 69. Yılı kutlu olsun. Allah bir daha
bu ülkeye darbeleri, acıları göstermesin. Hür ve bağımsız Büyük Türkiye’ye
ulaşmak için fırsat versin. Hepinize mutlu seneler dilerim.