30 Aralık 2016 Cuma

BAŞKANLIK REJİMİ GELDİĞİNDE OSMANLI HANEDANI SEÇİMLE CUMHURBAŞKANLIĞINA GETİRİLECEK. (OSMANLI & PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)

BAŞKANLIK REJİMİ GELDİĞİNDE OSMANLI HANEDANI SEÇİMLE CUMHURBAŞKANLIĞINA GETİRİLECEK.
(OSMANLI & PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)
İngiltere kraliçesine bağlılık yemini etmiş olan Osmanlı hanedanı kendi vatanına ihanet ettikten sonra Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde
Şöyle bir tarihe gidip geriye dönersek ; Bugün İngiliz aklı ve piyonları aynı oyunu gemiye bindirerek kaçırıdkları SALATANATI seçim adı altında maskelenmiş olarak geriye getirmeye çalışıyor.
Bu rejimin adı BAŞKANLIK. Görünmezlik pelerine ile saklanmış hali ise CUMHUR BAŞKANLIĞI maskesiyle SALATANAT .
Anayasa değişikliği diye getirilen tüm maddeler kanla kurulan Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilerek yerine SALATANATI geriye getirme projesidir.
Bu projenin oyuncuları AKP ve MHP içerisinde gizlenmiş kriptolardır.
Şöyel yüz yılı aşkın bir tarih sayfasını karıştırmak gerekiyor.Gerçeği yakalamak için stratejik bakmak ve olayları bütünleştirmek gerekiyor.
Osmanlı – Kraliçe adına Şövalye ünvanı almış ve hizmet edeceğini tahhüt etmişti.
“Legion d'honneur: O güne kadar hiçbir Osmanlı Sultanı, yabancı devlet nişanı kabul etmemişti. Ama Abdülmecid Han (?) kabul etti” “Nişan’ı, Fransa İmparatoru adına, Fransa Elçisi taktı.” Törenin ihtişamı konuşuldu günlerce” “Nişan”ı takan İngiltere Elçilik Piskoposu Abdülmecid’e şöyle der: ”Siz bundan sonra, İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.” İslam halifesinin HAÇLI ŞÖVALYE unvanı almış olması bir artı olabilir miydi? Sonucunu millet savaş meydanlarında ödedi.
Abdülmecid’e İkinci ödül İngiltere”den geldi. “Diz Bağı” Nişanı” Garter Haçlı Şövalyeleri’ne takılan; yani Hıristiyanlık uğrunda savaşanlara”. Osmanlı Sultanı ve İslam aleminin Halifesi, artık bir Garter Haçlı Şövalyesi”dir. Padişahlık arması “Windsor Şatosu”ndaki St. George Kilisesi”nin duvarına asılır.
Tarih: 21 Haziran 1867:Osmanlı tahtında oturan Abdülaziz yanına, tahtın müstakbel varisleri V. Murat ve II. Abdülhamit’i alarak Avrupa gezisine çıkar. Bu geziden on gün önce, yabancılara toprak satışı yasasını çıkarmıştır. Kardeşinin (Abdülmecid) yolunda ilerlemenin huzuru içindedir. Ne tesadüf ki 2011 Haziran seçimlerinden sonra YABANCILARA TOPRAK SATIŞINI açan yasa AKP gurubu tarafından onaylanmış ve Bakan Bayraktar, toprak satışından 120 Milyar dolar gelir beklediklerini açıklamıştı. İlginçtir ki MÜTEKABİLİYET yani KARŞILIKLILIK ilkesi kaldırılarak bu kanun çıkartılmıştı. Aynı şekilde 2B yasası adı atında köylülerin dededen kalma arazilerine el konuldu. Arazisini alacak parası olmayan köylünün arazisini yabancılar almaya başladı.
Tarih: 21 Haziran 1867: Fransa’yı kıskanan İngiltere karşılıkta gecikmez. Bizzat “İngiltere Kraliçesi Viktorya”dan ödül haberi gelir.” Bildik bir ödül: “Diz Bağı” Nişanı” Hani, şu “Ulu Haç” için savaşanlara verilen “Nişan” Knight Grand Cross of the Order of the Bath.
Tarih: 21 Haziran 1867: ”Nişan” Windsor Kalesi St. George Kilisesi”nde başrahibinin huzurunda törenle verilmektedir. Ancak, İslam dünyasının halifesi için bu kural bozulur.” “Özel bir hassasiyet gösteren Majesteleri”, bir İngiliz savaş gemisinde (Saint aziz) elleri ile takar”.Nişan’ı”Abdülaziz” efendiye. Artık İslam halifesi de artık bir Garter Şövalyesi”dir.
Buraya kadar Osmanlı İmparatorluğunu ATATÜRK yıktı diyen İngiliz uşaklarına cevabımızı verdik.
Atatürk Halifeliği İngilizler Türkiye Cumhuriyetine müdahale etmesin diye kaldırdı.
1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde Halife'ye ve Osmanlı Hanedanı'na verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924'te kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ileride saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için hanedan üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.[1] 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle birlikte Türk topraklarından ayrıldı.
TBMM tarafından halifeliği onaylanmış olan Abdülmecid Efendi’nin devlet başkanıymış gibi davranmaya başlamış ve İngilizlerle işbirliğine girmişti.
Perde gerisinde Suudi Vehhabiler ve Osmanlı İmparatorluğunu arkadan hançerleyen İngiliz mandasında kurulmuş Arap devletleri vardı.
İngilizler Halife Abdülmecid efendiye devlet başkanı protokolu uyguluyordu.
Bu rahatsızlık yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için bir bekaa meselesi haline geleceği endişelerini artırıyordu.
İngilizlerin tekrar Türk milleti üzerinde tahakküm aracı olarak kullanmaya çalıştıkları Halifelik makamı bu yüzden Hilafet kaldrılması ile bu oyuna son nokta Mustafa Kemal Atatürk tarafından konulmuştur.
Atatürk’ün Hilâfet’e tepkisi, bu müessesenin, bir takım devletlerin Türkiye’nin iç işlerine burunlarını sokmalarına imkân vermesi, Türkiye’nin bağımsızlığını ihlâle sebep olacak nitelikte bulunmasıydı. Tabiatile, bu müessese, o sırada Atatürk’ün tam olarak açıklamamış bulunduğu ve kendisinin temel inancını teşkil eden laiklik kavramına da ters düşmekteydi.
 Gelişmeler ise, Atatürk’ün bu iki konudaki hasasiyeti ile tam bir çelişki teşkil etmiştir.Daha Millî Mücadele sırasında, II. İnönü Savaşı’ndan sonra, 1921 Mayısında, Hindistan Halifelik Akımının temsilcisi rolünde Mustafa Sagir adında biri Ankara’ya gelmişti. Esasında kendisi İngiliz İstihbarat Servisinin bir ajanıydı ve bir süre izledikten sonra, Mustafa Sagir’in Ankara’ya, Atatürk’e suikast düzenlemek üzere geldiği görüldü. Tutuklandı ve İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı ve idama mahkûm edilerek hemen idam edildi. Mustafa Sagir’i kurtarmak için İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horaca Rumbold ile Ağa Han teşebbüste bulunmuşlardır.İşte bu Ağa Han biraz sonra yine sahneye çıktı.9 Kasım 1923 günü, yani Cumhuriyetin ilânından on gün kadar sonra, 9 Kasım 1923 günlü Vatan Gazetesi’nde, Halife Abdülmecid Efendi’nin bir takım sözleri yayınlandı. Gazeteye göre Halife şunları söylüyordu: “Bütün islâm âleminin, her daim teveccühlerine mazhar olmaktayım. Asya’nın en ücra köşelerine varıncaya kadar islâm âleminden binlerce mektup, telgraf aldım. Bir çok yerlerden heyetler gönderilerek bu duygular teyid ediliyor” dendikten sonra, Hükümetin, kendisinin durumunu düzeltmesi gerektiği imâ ediliyordu. Yani, Halife, şikâyetini dile getirirken, bir yandan kuvvet gösterisine girişiyor ve sırtını dışarıya dayıyordu.Bu demeçten bir ay kadar sonra, Tanın ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinde, 5 Aralık 1923 günü, Hindistan Hilâfet Komitesi adına Ağa Han ve Emir Ali imzalı bir mektup yayınlandı. İşin küstahlığı şuradaydı ki, mektup Başbakan İsmet Paşa’ya hitaben yazıldığı halde, daha onun eline geçmeden gazetelere verilmişti, mektubun içeriğini belirtmeden önce imza sahipleri hakkında bir-iki bilgi sunalım.İsmaili mezhebinin lideri Ağa Han İngiltere Hükümeti’nin hizmetindeydi ve İngiliz Hükümeti’nin protokolüne göre, kendisinin 11 pare top atışı ile selâmlaması gerekiyordu.Emir Ali’nin unvanı ise İngiliz Hükümeti’nin danışmanıydı.İngiltere Hükümeti’nin bu iki hizmetkârının mektuplarındaki bazı cümleleri burada nakledelim: “… talep etmek istediğimiz şey, âlem-i İslâm’ın riyaset-i diniyesinin şer’i şerife göre tam ve kâmil olarak muhafazasından ibarettir. Halifenin nüfuzunun tenkisi (azaltılması) veya bir amil-i dinî gibi Türkiye teşkilât-ı siyasiyesinden onun teb’idi (çıkarılması) bizim fikrimizce, İslâm’ın dağılması … demek olacaktır.” Keza, “Hilâfet ve imametin, Müslüman milletlerin itimad ve hürmetine lâyık olan bir mevkie vazolunmasını … istirham ederiz.” denilmekteydi. Yani, bunlar, hilâfetin, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapısının temel müessesesi haline getirilmesini istemekteydi.Bu olaydan kısa bir süre sonra, Emir Ali’nin başkanlığını yaptığı Londra İslâm Cemiyeti adına Sekreter Said Muhammed imzalı bir mektup da İçişleri Bakanlığı’na gönderildi. Mektupta, “İslâm âleminin dayanışmasını ve organik bağlarını korumak için, Hilâfetin ruhanî imtiyazlarının kesin surette düzenli ve yasal bir esas üzerinde saptanması gerekliliği” ileri sürülmekteydi.Bütün bunlar bardağı taşıran damlalar oldu. 
3 Mart 1924 kanunları, Hilâfet’e son verdi. 13 maddelik olan bu kanuna göre, Halife hal edilmiştir ve Hilâfet makamı da kaldırılmıştır. Halife ve Osmanlı Saltanatı’nın erkek, kadın bilcümle üyeleri ve damadlar, Türkiye Cumhuriyeti’nde hiç bir şekilde ikamet edemiyeceklerdir. Bunlar Türk vatandaşlığından da yoksun bırakılmışlardır. 
Bundan böyle, Türkiye’de gayrı menkul edinemezler. 
Fakat bu işin peşini bırakmak istemeyenler de çıktı.10. Hilâfet’in İlgasından Sonraki Dış Gelişmeler Halife Abdülmecid Efendi Türkiye’den ayrıldıktan sonra İsviçre’ye gitti. Fakat rahat durmadı. Dünya İslâm başkanlarına bir bildiri yayınlayarak, Türkiye Hükümeti’nin kararını reddettiğini bildirdikten sonra, Müslümanları bir Kongre toplamaya çağırdı.Bu arada İsviçre gazetelerinde de Hint Müslümanları adına hilafetçi yazılar yayınlanır. Bunlardan birinde şöyle deniyordu: “Hilâfet’in Saltanat’tan ayrılmasından sonra, Halife ile hanedanı, eskisinden çok Müslümanların malı olmuştur. Dünkü Saltanat hanedanı bugünkü Hilâfet hanedanıdır. Dinsel başkanımızın bu hanedandan olmasını istiyoruz. Bizim manevî ve politik desteğimizi Türkiye ancak bu şartlarda kazanabilir.”Abdülmecid’in bu faaliyetleri İsviçre Hükümeti’ni rahatsız eder. Kendisine, siyasal propaganda yapmama şartıyla oturma izni verildiği hatırlatılır.
Fakat Hilâfet’in ilgası, Hüseyin’in iştihasını yeniden kabartır. Hilâfet’in ilgasından tam üç gün sonra, 7 Mart 1924 de, Hicaz Kralı Hüseyin kendisini Halife ilân etti. Ne var ki, Hüseyin’in bu teşebbüsü kendisinin de sonunu getirdi. Hüseyin’in halifeliğine İslâm dünyasından itirazlar yükselirken, en şiddetli tepki Necd’deki Suudi’lerden yani Vehhabiler’den geldi. 
Bu sefer Halifelik hevesi Suudi’lere geçti. Suudi’ler 1926 başlarında Kahire’de bir İslâm Kongresi toplayıp Hilâfet konusunu ele almak istedilerse de, katılım çok az olduğu gibi, toplantıdan bir sonuç da çıkmadı. Bunun üzerine Suudi’ler bu sefer 1926 Haziranında Mekke’de ikinci bir Kongre düzenlediler. Bazı kaynaklara göre, Türkiye bu Kongre’ye iki tane “gayrı resmî gözlemci” göndermiştir. Katılımın biraz daha geniş olduğu bu Kongre’de, en etkin gruplar Hindistan Hilâfet Delegasyonu ile Mısır Delegasyonu idi. Her ikisi de Hain Hüseyin’in Kongre’den kovulmasına oy vermekle birlikte, Vehhabi’lerin hilâfetine de yanaşmadılar. Özellikle Mekke’nin ve Hazret-i Peygamber’in merkadi kutsal Kabe’nin, bağnaz ve mezar sistemini kabul etmeyen Suudi’lerin kontrolü altına girmesinden haşlanmadılar. Hem Hintliler, hem Mısırlılar Kongre’nin liberal kanadını temsil etmekteydiler. Dolayısıyla, Mekke toplantısından da Hilâfet konusunda her hangi bir şey çıkmadı.
O yıllar sonrasında 70’li yillarda Suudiler kutsal emanetler için büyük paralar teklif etmişti.
Demirel tarafından nakledilen bir hatıra şöyle !
“1970’li yıllarda Ankara’daki bazı diplomatik çevrelerde, bir söylenti dolaştı. Buna göre, Suudi Hükümeti Türkiye’den 3 milyar dolar karşılığı, Hırka-i Şerifi yani Hazret-i Peygamber’in, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’dan getirdiği hilâfet hırkasını kendisine vermesini istemiştir. O yılların, zamanın Başbakanı Süleyman demirel’in deyimi ile, Türkiye’nin 70 Cent’e muhtaç olduğu bir dönem olduğunu hatırlatalım. Bu söylentide resmî bir teşebbüsün söz konusu olabileceğini sanmıyoruz. Yalnız, bu istikamette, şu veya bu şekilde zemin yoklaması, ağız araması yapılması ihtimali daima mevcuttur. Bu derece önemli bir konuda, müsait zemin bulmadan resmî bir teşebbüsün yapılmasının mümkün olmayacağı açıktır.”
Derken Erbakan‘ın Sürgünden Türkiye’ye gönderilmesi ve sağ cenahın bölünme operasyonları. 
Bunun yanında Suudiler tarafından finanse edilen 1980 darbesi ve ANAP iktidarına teslim edilen Türkiye Cumhuriyeti devleti hep bu süreçlerin devamıdır.
Aynı şekilde AKP ‘nin kurulması ve siyasetin tasfiye edilerek AKP iktidarının 15 yıl süreyle iktidarda tutulması aynı sürecin ve planın parçasıdır.
2001 yılına geldiğimizde sürece müdahale eden bir Devlet BAHÇELİ ortaya çıkar.Mevcut siyasetin tasfiyesi ve OSMANLI HANEDANININ geriye dönüş anahtarı AKP’nin önünün açılması süreciydi.
Burada 2001 yılına dönerek MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ’NİN rolünü çok iyi okumamız gerekiyor. ANASOL- M hükümetini bitiren ERKEN GENEL SEÇİM açıklaması yani talebi bizzat o dönem koalisyonun ikinci büyük ortağı olan MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından yapılmıştı.
Aynı dönemde Batı tarafından operasyona tabi tutulan DSP – DYP – Refah Partisi bölünerek Kemal Derviş operasyonlarıyla Demirel – Ecevit – Erbakan tasfiye edilmişti. Türkeş vefat ettikten sonra Genel Başkanlığa seçilen Devlet Bahçeli bu projenin parçasıydı.Erken genel seçim açıklamasından bir süre önce İngiltere merkezli bir telefon konuşması yaptığı ve bu telefonun Buckingham sarayından geldiği ve talimat sonrası ANASOL – M hükümetini erken genel seçime götüren açıklamanın yapıldığı söylenir.Tabi bu açıklama o gün Refah Partisini bölerek yeni kurulan AKP ‘ye iktidar kapılarını açan ve Türkiye siyasetinin tamamen tasfiyesiyle sonuçlanan seçim olacaktı.
Bunu çok iyi bilen Devlet Bahçeli bugün “ BAŞKANLIK ANAYASASI “ değişimi meselesini gündeme getirerek 2.Cumhuriyetçilerin ve İngiliz Chatham House projesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılarak yerine NEO – OSMANLI modelinde hanedanın iktidara geriye dönüşünü sağlayan kapıyı açan kişi olarak tarihe geçmiştir.
Aynı Devlet Bahçeli sonrasında Kraliçe’nin uslu oğlu Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine ses etmemişti.
Tesadüfler hep tarihi tekerrür ettiriyor.
Abdullah Gül  Cumhurbaşkanı ve süreç hızlanıyor.
 Ne tesadüf İngiliz Amiral gemisi İstanbul’a gelerek Dolmabahçe önünde demirlemişti. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan beraberce basının görüntüleyemediği bir ortamda hesapta AKŞAM YEMEĞİ yemişlerdi. İngiliz Kraliçesinin huzurunda. Ne verdiler? Ne aldılar? Kimse bilmiyor. Biz öyle diyelim.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiltere Kraliçesi tarafından takdim edilen nişan sonrasında yanaşma basının manşetleri olan gazetelerde manşetler şöyle: “Büyük Şövalye Nişanı”nın haçsız olanı takılıyor Sn. Gül’e” “Özel bir hassasiyet gösteriyor majesteleri”
İlk manşette beyinlilere, ikincisinde ise beyinsizlere mesaj veriyor.” Beyni hasar yemiş kalemler böyle yazmıştı. Ne var ki bunda! Altı üstü bir madalya, onu alınca kimliğimiz mi değişecek! Diyenlerin yüzleri Allah’ın huzuruna döndüklerinde utanmıyorlar mı?
Bir iğne dahi verilse, eğer o ülke İngiltere ise çok şey değişebilir.200 yıldır Osmanlı ve Türkiye siyasetinde etkin rol oynayan, ülkemizi; savaşa sürükleyen, işgal eden, sömüren ve hükümetlerimizden anahtarlık yapan, kokuşmuş çoraplarını başımıza takke diye geçiren İngiltere”den bahsedilince binlerce kez düşünmeliyiz.
Üzerinde Güneş (Haç) Batmayan İmparatorluk. Türk Halkının Başı, İngiltere tarafından “Diz Bağı Nişanı” ile ödüllendiriliyor ise bu, çok yakında ülkemizden bazı parçaların kopacağının işareti.
Ne demişti Sayın Gül “GÜROYMAK’IN ESKİ ADI NORŞİN“. Çözülme destekçileri ne demişti? Tarihi isimler yani eski isimler yeniden kullanılacak.
Mesela İSTANBUL - KONSTANTİNOPOLE, ANTALYA – ATTALEİA, ANKARA –ANCYRA gibi beğenilerinize demek düşer. Uyan, ey Türk Halkı! İngiltere”de “Diz Bağı” denilen bu “Nişan”, Türkiye’de “Göz Bağı”na dönüşüyor. Benden selam olsun başını bağlarken gözlerini bağlayanlara; Olsun Allah biliyor ya.
O günleri hatırlamadan bugün yaşanan  BAŞKANLIK KAOSUNU anlayamayız.
AKP kadroları ,yandaşları TV ekranlarında “ Keşke İngiliz işgali devam etseydi.Halifelik devam eder “ diyecek kadar alçak ve hainlerden oluştuğunu hala anlayamamış bir psikolojiyle karşı karşıyayız.
Şerefinize Kraliçe!..
Savaş gemisinde kadeh tokuşturdu. Köşk’te, Büyük Şövalye Nişanı’yla ödüllendirilen Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, o gemide onurlarına verilen resepsiyonda Kraliçe’yle kadeh tokuşturacak kadar mutluydu. İngilizlerin Gül’e olan ilgisi elbetteki bununla sınırlı kalmayacaktı ve kalmadı da...
Çünkü Gül onların yetiştirdiği evlatları gibiydi.Chatham House meşhur Lawrance denilen itin yetiştirildiği bunun yanında TURAN ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünme ve parçalanma planlarının yapıldığı yerdi.
İşbirlikçileri ise İstanbul saraylarının müdavimleriydi.
Yani bu işin tarihsel bağları açısından daha da gerilere gidersek ; Atatürk ve İngilizler arasında Suudi destekli olarak geçen Halifelik mücadelesine bakmak gerekir.Daha ötesi ise hep dedğimiz gibi Vehhabi Suudi operasyonları perde gerisinde kimi zaman İngiliz Kraliyet ailesi kimi zaman ise ABD derinleri Türkiye siyasetinde vücut bulmaya devam etmektedir.
Bu sırada son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti toprakları Arap ülke liderlerine parsel parsel satılırken “ Peygamber efendimize ait olduğu iddia edilen sakal-ı şerifin DUBAİ emiri Makhdum için havaalanına kadar götürülerek kendisine para karşılığı satıldığı iddiaları mevcuttur.
Aslında 
sona doğru yaklaşıyoruz.
Başkanlığın amacı Osmanlı saltanatı ve HİLAFET rejiminingeriye getirilmesidir. Bunun sakıncalarını bugün için Erdoğan anlayamamaktadır.
Ona göre HİLAFET gelirse ÜMMET birleşecektir.Kaldı kigidebildiği bir tane ARAP ülkesi kalmamıştır.
Bugün İŞİD terör örgütü SKYSE – PİCOT anlaşmasınıtanımadığını açıklamış aynı paralelde Erdoğan cetvelle çizilmiş sınırlar diyesağda solda nara atmış dahası LOZAN barış antlaşmasını Ergun Diler denilenyandaş gazetecinin ağzından çöpe attığını açıklamıştır.
Bugün Lozan yoksa önüneotomatikmen SEVR gelir .Erdoğan diyor ki “ El Bap çok önemli.Geriye çıkarsakSEVR’İ dayatırlar.”
SEVR anlaşamasışartlarına dönerseniz ne olur ?
SALTANAT VE HALİFELİK yönetimine dönmüş olursunuz.
Erdoğan ve Bahçeli Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkarak 1900 ‘lü yılların koşullarına doğru sürüklemektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ve sonra bu beyanları hepimiz tarafından bilinmektedir.
Son süret bu süreci daha iyi anlayabilmemiz için şu iki husus çok önemlidir.
19 Nisan 2012 tarihinde yapılan ankette İngilizler en büyük düşmanlarının arasında Atatürk’ü gösterirken Abdullah Gül ismi en çok sevdikleri isimler arasında yer almıştı.
İngilizlerin en çok düşman olduğu liderler sırasıyla şöyleydi.
George Washington'ı İrlandalı gerilla lideri Michael Collins, Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart, Alman General Erwin Rommel ve Mustafa Kemal Atatürk izledi.  
Dikkat çekici değil mi !
Dönemin Dışişleri Bakanı Halife Abdülmecid’in torunlarıyla İngiltere’de Türk Büyükelçiliğinde toplanıyordu.
Tarihler 09 Mart 2013’ü gösterirken bu önemli toplantıda aslında Osmanlı hanedanının Türkiye’ye dönerek SALTANAT ve HİLAFETİN geriye getirilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı.
O tarihten sonra Türkiye olarak yaşadıklarımızı bir daha gözden geçirmemiz gerekiyor.
Develt Bahçeli durup duruken bir anda BAŞKANLIK ANAYASA değişikliğini boşuna meclis gündemine getirmedi.Kimbilir ! Buckingham sarayından bir telefon gelmiş olmasın.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Bahçeli köşke çıkıp Exeterci Abdullah Gül ‘e Cumhurbaşkanlığı adaylığı teklifinde bulunmuştu.Gül kabul etmeyince verdiği işarete göre başka bir Exeterci olan Ekmeleddin İhsanoğlu isminde karar kıldı.Peki bu durumda CHP bu oyunun neresinde bunu sormak lazım.
Bugün Anayasa başkanlık görüşmelerinde AKP milletvekilleri “ YENİ BİR ABDÜLHAMİT LAZIM “ diyecek kadar sığ ve cahalet sergiliyorlar.
Dikkat edelim.Atatürk lazım demiyorlar.
Asıl baklayı ise Osmanlı hanedanı mensubu açıklıyor.
2'nci Abdülhamid'in beşinci kuşaktan torunu Nilhan Osmanoğlu, "Cumhurbaşkanımız ile son görüşmemiz sonrasında aile olarak onu kesinlikle yalnız bırakmayacağımızın kararını verdik. Aile olarak biz de bir kişiyle bu siyasi oluşumun içinde olacağız. Şu anda o ismi veremiyorum ancak bu ismi biz belirledik. Cumhurbaşkanımızın bu konuda yalnız kaldığını gördük. İşte bu yüzden aile olarak bizler de O'nun yanında daha fazla olacağız" diye konuşuyor.
Ve Osmanlı hanedanı Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı mal mülk davası açıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 34’üncü padişahı Sultan Abdülhamit’in torunları, dedelerinden miras kaldığını öne sürdükleri onlarca değerli mülk ve arazi için hukuk mücadelesi başlatıyor.. Talep edilen yerlerin toplam değeri ise milyar dolarla ifade ediliyor. Neredeyse İstanbul’un yarısı isteniyor.
Başka miadı olmuş tapular yandaş medyada ortaya çıkartılıyor.Ve Halep bizim ! Şam bizim ! Kudüs bizim gibi aptalca manşetler atılıyor.
Ben yarın BİZANS İMPARATORUNUN torunlarının ellerinde tapularıyla gelip İstanbul bizim demelerinin bu aptal zihniyetler karşısında gayet doğal olduğunu düşünmeden edemeyeceğim
Osmanlı saltanatı  İngiliz gemisine binip giderken ,Osmanli ordulari başkomutanı Enver Paşa Alman DENİZALTISINA binerek Rusya’ya kaçıyordu.Rusya sonrasında Enver Paşa’ya verdiği görevle Türk dünyasını Çin ve Rusya ‘nın hegemonyasına sokmayı başardı.Sorsan kahraman derler.
Bir avuç silah arkadaşıyla beraber Mustafa Kemal Atatürk ise vatan hainlerine rağmen bir Türk devleti kurmayı başardı.
Şimdi Osmanoğulları hanedanının ülkeden neden çıkartıldığını daha iyi anlıyoruz.Çünkü fitne devam ediyor.Bu ülkeye kıymet yerine mal ve mülk peşine düşmüşler. Anlatılanlara bakılırsa DEVLET BAHÇELİ ve ERDOĞAN Saltanatı ve bir İngiliz projesi olan Hilafeti getirmeye kararlılar.
Yani MHP ve AKP tarafından getirilen BAŞKANLIK ANAYASASI bir İngiliz projesidir. Uşakları bellidir.Sonuçları ise SEVR demek ehven kalır.Daha beter bir sürece taşımaktadır.
MHP ve AKP Anayasadan çıkartmış oldukları "CUMHURBAŞKANI ADAYI OLABİLMEK İÇİN DOĞUŞTAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI OLMA ZORUNLULUĞUNU " Yurtdışından getirilecek olan Osmanlı Hanedan mensuplarının Cumhurbaşkanlığına aday olabilmesi için Anayasadan çıkarttılar.
Şimdi Bahçeli ve Erdoğan tezgahlarını anladınız mı ?
Bu arada 15 Temmuz darbe senaryosu direk Türkiye Cumhuriyeti Devleti için tasfiye amacı taşıdığına göre Bahçeli ve rolünü çok iyi anlamak zorundayız.
Gün gelecek ATATÜRK ve Osmanlı hanedanı seçimlerde yarışacak.İş bu noktaya doğru getiriliyor. (ANSAV STRATEJİK ARAŞTIRMALAR VAKFI Başkan Yardımcısı H.Hakkı Kahveci tarafından hazırlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder