BAŞKANLIK REJİMİ GELDİĞİNDE OSMANLI HANEDANI
SEÇİMLE CUMHURBAŞKANLIĞINA GETİRİLECEK.
İngiltere kraliçesine bağlılık yemini etmiş olan Osmanlı
hanedanı kendi vatanına ihanet ettikten sonra Atatürk tarafından kurulan
Türkiye Cumhuriyeti devletinde
Şöyle bir tarihe gidip geriye dönersek ; Bugün İngiliz aklı
ve piyonları aynı oyunu gemiye bindirerek kaçırıdkları SALATANATI seçim adı
altında maskelenmiş olarak geriye getirmeye çalışıyor.
Bu rejimin adı BAŞKANLIK. Görünmezlik pelerine ile saklanmış
hali ise CUMHUR BAŞKANLIĞI maskesiyle SALATANAT .
Anayasa değişikliği diye getirilen tüm maddeler kanla
kurulan Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilerek yerine SALATANATI geriye
getirme projesidir.
Bu projenin oyuncuları AKP ve MHP içerisinde gizlenmiş
kriptolardır.
Şöyel yüz yılı aşkın bir tarih sayfasını karıştırmak
gerekiyor.Gerçeği yakalamak için stratejik bakmak ve olayları bütünleştirmek
gerekiyor.
Osmanlı – Kraliçe adına Şövalye ünvanı almış ve hizmet
edeceğini tahhüt etmişti.
“Legion d'honneur: O güne kadar hiçbir Osmanlı Sultanı,
yabancı devlet nişanı kabul etmemişti. Ama Abdülmecid Han (?) kabul etti”
“Nişan’ı, Fransa İmparatoru adına, Fransa Elçisi taktı.” Törenin ihtişamı
konuşuldu günlerce” “Nişan”ı takan İngiltere Elçilik Piskoposu Abdülmecid’e
şöyle der: ”Siz bundan sonra, İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü
özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.” İslam halifesinin HAÇLI ŞÖVALYE unvanı
almış olması bir artı olabilir miydi? Sonucunu millet savaş meydanlarında
ödedi.
Abdülmecid’e İkinci ödül İngiltere”den geldi. “Diz Bağı”
Nişanı” Garter Haçlı Şövalyeleri’ne takılan; yani Hıristiyanlık uğrunda
savaşanlara”. Osmanlı Sultanı ve İslam aleminin Halifesi, artık bir Garter
Haçlı Şövalyesi”dir. Padişahlık arması “Windsor Şatosu”ndaki St. George
Kilisesi”nin duvarına asılır.
Tarih: 21 Haziran 1867:Osmanlı tahtında oturan Abdülaziz
yanına, tahtın müstakbel varisleri V. Murat ve II. Abdülhamit’i alarak Avrupa
gezisine çıkar. Bu geziden on gün önce, yabancılara toprak satışı yasasını
çıkarmıştır. Kardeşinin (Abdülmecid) yolunda ilerlemenin huzuru içindedir. Ne
tesadüf ki 2011 Haziran seçimlerinden sonra YABANCILARA TOPRAK SATIŞINI açan
yasa AKP gurubu tarafından onaylanmış ve Bakan Bayraktar, toprak satışından 120
Milyar dolar gelir beklediklerini açıklamıştı. İlginçtir ki MÜTEKABİLİYET yani
KARŞILIKLILIK ilkesi kaldırılarak bu kanun çıkartılmıştı. Aynı şekilde 2B
yasası adı atında köylülerin dededen kalma arazilerine el konuldu. Arazisini
alacak parası olmayan köylünün arazisini yabancılar almaya başladı.
Tarih: 21 Haziran 1867: Fransa’yı kıskanan İngiltere karşılıkta
gecikmez. Bizzat “İngiltere Kraliçesi Viktorya”dan ödül haberi gelir.” Bildik
bir ödül: “Diz Bağı” Nişanı” Hani, şu “Ulu Haç” için savaşanlara verilen
“Nişan” Knight Grand Cross of the Order of the Bath.
Tarih: 21 Haziran 1867: ”Nişan” Windsor Kalesi St. George
Kilisesi”nde başrahibinin huzurunda törenle verilmektedir. Ancak, İslam
dünyasının halifesi için bu kural bozulur.” “Özel bir hassasiyet gösteren
Majesteleri”, bir İngiliz savaş gemisinde (Saint aziz) elleri ile
takar”.Nişan’ı”Abdülaziz” efendiye. Artık İslam halifesi de artık bir Garter
Şövalyesi”dir.
Buraya kadar Osmanlı İmparatorluğunu ATATÜRK yıktı diyen
İngiliz uşaklarına cevabımızı verdik.
Atatürk Halifeliği İngilizler Türkiye Cumhuriyetine müdahale
etmesin diye kaldırdı.
1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde Halife'ye ve Osmanlı
Hanedanı'na verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart
1924'te kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ileride saltanat ve
halifelik iddiasında bulunmamaları için hanedan üyelerinin de yurt dışına
çıkarılmaları kabul edildi.[1] 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle
birlikte Türk topraklarından ayrıldı.
TBMM tarafından halifeliği onaylanmış olan Abdülmecid
Efendi’nin devlet başkanıymış gibi davranmaya başlamış ve İngilizlerle işbirliğine
girmişti.
Perde gerisinde Suudi Vehhabiler ve Osmanlı İmparatorluğunu
arkadan hançerleyen İngiliz mandasında kurulmuş Arap devletleri vardı.
İngilizler Halife Abdülmecid efendiye devlet başkanı
protokolu uyguluyordu.
Bu rahatsızlık yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için bir
bekaa meselesi haline geleceği endişelerini artırıyordu.
İngilizlerin tekrar Türk milleti üzerinde tahakküm aracı
olarak kullanmaya çalıştıkları Halifelik makamı bu yüzden Hilafet kaldrılması
ile bu oyuna son nokta Mustafa Kemal Atatürk tarafından konulmuştur.
Atatürk’ün Hilâfet’e tepkisi, bu müessesenin, bir takım
devletlerin Türkiye’nin iç işlerine burunlarını sokmalarına imkân vermesi,
Türkiye’nin bağımsızlığını ihlâle sebep olacak nitelikte bulunmasıydı.
Tabiatile, bu müessese, o sırada Atatürk’ün tam olarak açıklamamış bulunduğu ve
kendisinin temel inancını teşkil eden laiklik kavramına da ters düşmekteydi.
Gelişmeler ise, Atatürk’ün bu iki konudaki hasasiyeti
ile tam bir çelişki teşkil etmiştir.Daha Millî Mücadele sırasında, II. İnönü
Savaşı’ndan sonra, 1921 Mayısında, Hindistan Halifelik Akımının temsilcisi
rolünde Mustafa Sagir adında biri Ankara’ya gelmişti. Esasında kendisi İngiliz
İstihbarat Servisinin bir ajanıydı ve bir süre izledikten sonra, Mustafa
Sagir’in Ankara’ya, Atatürk’e suikast düzenlemek üzere geldiği görüldü.
Tutuklandı ve İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı ve idama mahkûm edilerek hemen
idam edildi. Mustafa Sagir’i kurtarmak için İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horaca
Rumbold ile Ağa Han teşebbüste bulunmuşlardır.İşte bu Ağa Han biraz sonra yine
sahneye çıktı.9 Kasım 1923 günü, yani Cumhuriyetin ilânından on gün kadar
sonra, 9 Kasım 1923 günlü Vatan Gazetesi’nde, Halife Abdülmecid Efendi’nin bir
takım sözleri yayınlandı. Gazeteye göre Halife şunları söylüyordu: “Bütün islâm
âleminin, her daim teveccühlerine mazhar olmaktayım. Asya’nın en ücra
köşelerine varıncaya kadar islâm âleminden binlerce mektup, telgraf aldım. Bir
çok yerlerden heyetler gönderilerek bu duygular teyid ediliyor” dendikten
sonra, Hükümetin, kendisinin durumunu düzeltmesi gerektiği imâ ediliyordu.
Yani, Halife, şikâyetini dile getirirken, bir yandan kuvvet gösterisine
girişiyor ve sırtını dışarıya dayıyordu.Bu demeçten bir ay kadar sonra, Tanın
ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinde, 5 Aralık 1923 günü, Hindistan Hilâfet Komitesi
adına Ağa Han ve Emir Ali imzalı bir mektup yayınlandı. İşin küstahlığı
şuradaydı ki, mektup Başbakan İsmet Paşa’ya hitaben yazıldığı halde, daha onun
eline geçmeden gazetelere verilmişti, mektubun içeriğini belirtmeden önce imza
sahipleri hakkında bir-iki bilgi sunalım.İsmaili mezhebinin lideri Ağa Han
İngiltere Hükümeti’nin hizmetindeydi ve İngiliz Hükümeti’nin protokolüne göre,
kendisinin 11 pare top atışı ile selâmlaması gerekiyordu.Emir Ali’nin unvanı
ise İngiliz Hükümeti’nin danışmanıydı.İngiltere Hükümeti’nin bu iki
hizmetkârının mektuplarındaki bazı cümleleri burada nakledelim: “… talep etmek
istediğimiz şey, âlem-i İslâm’ın riyaset-i diniyesinin şer’i şerife göre tam ve
kâmil olarak muhafazasından ibarettir. Halifenin nüfuzunun tenkisi
(azaltılması) veya bir amil-i dinî gibi Türkiye teşkilât-ı siyasiyesinden onun
teb’idi (çıkarılması) bizim fikrimizce, İslâm’ın dağılması … demek olacaktır.”
Keza, “Hilâfet ve imametin, Müslüman milletlerin itimad ve hürmetine lâyık olan
bir mevkie vazolunmasını … istirham ederiz.” denilmekteydi. Yani, bunlar,
hilâfetin, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapısının temel müessesesi haline
getirilmesini istemekteydi.Bu olaydan kısa bir süre sonra, Emir Ali’nin
başkanlığını yaptığı Londra İslâm Cemiyeti adına Sekreter Said Muhammed imzalı
bir mektup da İçişleri Bakanlığı’na gönderildi. Mektupta, “İslâm âleminin
dayanışmasını ve organik bağlarını korumak için, Hilâfetin ruhanî
imtiyazlarının kesin surette düzenli ve yasal bir esas üzerinde saptanması
gerekliliği” ileri sürülmekteydi.Bütün bunlar bardağı taşıran damlalar
oldu.
3 Mart 1924 kanunları, Hilâfet’e son verdi. 13 maddelik olan
bu kanuna göre, Halife hal edilmiştir ve Hilâfet makamı da kaldırılmıştır.
Halife ve Osmanlı Saltanatı’nın erkek, kadın bilcümle üyeleri ve damadlar,
Türkiye Cumhuriyeti’nde hiç bir şekilde ikamet edemiyeceklerdir. Bunlar Türk
vatandaşlığından da yoksun bırakılmışlardır.
Bundan böyle, Türkiye’de gayrı menkul edinemezler.
Fakat bu işin peşini bırakmak istemeyenler de çıktı.10.
Hilâfet’in İlgasından Sonraki Dış Gelişmeler Halife Abdülmecid Efendi
Türkiye’den ayrıldıktan sonra İsviçre’ye gitti. Fakat rahat durmadı. Dünya
İslâm başkanlarına bir bildiri yayınlayarak, Türkiye Hükümeti’nin kararını
reddettiğini bildirdikten sonra, Müslümanları bir Kongre toplamaya çağırdı.Bu
arada İsviçre gazetelerinde de Hint Müslümanları adına hilafetçi yazılar
yayınlanır. Bunlardan birinde şöyle deniyordu: “Hilâfet’in Saltanat’tan
ayrılmasından sonra, Halife ile hanedanı, eskisinden çok Müslümanların malı
olmuştur. Dünkü Saltanat hanedanı bugünkü Hilâfet hanedanıdır. Dinsel
başkanımızın bu hanedandan olmasını istiyoruz. Bizim manevî ve politik
desteğimizi Türkiye ancak bu şartlarda kazanabilir.”Abdülmecid’in bu
faaliyetleri İsviçre Hükümeti’ni rahatsız eder. Kendisine, siyasal propaganda
yapmama şartıyla oturma izni verildiği hatırlatılır.
Fakat Hilâfet’in ilgası, Hüseyin’in iştihasını yeniden
kabartır. Hilâfet’in ilgasından tam üç gün sonra, 7 Mart 1924 de, Hicaz Kralı
Hüseyin kendisini Halife ilân etti. Ne var ki, Hüseyin’in bu teşebbüsü
kendisinin de sonunu getirdi. Hüseyin’in halifeliğine İslâm dünyasından
itirazlar yükselirken, en şiddetli tepki Necd’deki Suudi’lerden yani
Vehhabiler’den geldi.
Bu sefer Halifelik hevesi Suudi’lere geçti. Suudi’ler 1926
başlarında Kahire’de bir İslâm Kongresi toplayıp Hilâfet konusunu ele almak
istedilerse de, katılım çok az olduğu gibi, toplantıdan bir sonuç da çıkmadı.
Bunun üzerine Suudi’ler bu sefer 1926 Haziranında Mekke’de ikinci bir Kongre
düzenlediler. Bazı kaynaklara göre, Türkiye bu Kongre’ye iki tane “gayrı resmî
gözlemci” göndermiştir. Katılımın biraz daha geniş olduğu bu Kongre’de, en
etkin gruplar Hindistan Hilâfet Delegasyonu ile Mısır Delegasyonu idi. Her
ikisi de Hain Hüseyin’in Kongre’den kovulmasına oy vermekle birlikte,
Vehhabi’lerin hilâfetine de yanaşmadılar. Özellikle Mekke’nin ve Hazret-i
Peygamber’in merkadi kutsal Kabe’nin, bağnaz ve mezar sistemini kabul etmeyen
Suudi’lerin kontrolü altına girmesinden haşlanmadılar. Hem Hintliler, hem
Mısırlılar Kongre’nin liberal kanadını temsil etmekteydiler. Dolayısıyla, Mekke
toplantısından da Hilâfet konusunda her hangi bir şey çıkmadı.
O yıllar sonrasında 70’li yillarda Suudiler kutsal emanetler
için büyük paralar teklif etmişti.
Demirel tarafından nakledilen bir hatıra şöyle !
“1970’li yıllarda Ankara’daki bazı diplomatik çevrelerde,
bir söylenti dolaştı. Buna göre, Suudi Hükümeti Türkiye’den 3 milyar dolar
karşılığı, Hırka-i Şerifi yani Hazret-i Peygamber’in, Yavuz Sultan Selim’in
1517’de Mısır’dan getirdiği hilâfet hırkasını kendisine vermesini istemiştir. O
yılların, zamanın Başbakanı Süleyman demirel’in deyimi ile, Türkiye’nin 70
Cent’e muhtaç olduğu bir dönem olduğunu hatırlatalım. Bu söylentide resmî bir
teşebbüsün söz konusu olabileceğini sanmıyoruz. Yalnız, bu istikamette, şu veya
bu şekilde zemin yoklaması, ağız araması yapılması ihtimali daima mevcuttur. Bu
derece önemli bir konuda, müsait zemin bulmadan resmî bir teşebbüsün
yapılmasının mümkün olmayacağı açıktır.”
Derken Erbakan‘ın Sürgünden Türkiye’ye gönderilmesi ve sağ
cenahın bölünme operasyonları.
Bunun yanında Suudiler tarafından
finanse edilen 1980 darbesi ve ANAP iktidarına teslim edilen Türkiye
Cumhuriyeti devleti hep bu süreçlerin devamıdır.
Aynı şekilde AKP ‘nin kurulması ve siyasetin tasfiye
edilerek AKP iktidarının 15 yıl süreyle iktidarda tutulması aynı sürecin ve
planın parçasıdır.
2001 yılına geldiğimizde sürece müdahale eden bir Devlet
BAHÇELİ ortaya çıkar.Mevcut siyasetin tasfiyesi ve OSMANLI HANEDANININ geriye
dönüş anahtarı AKP’nin önünün açılması süreciydi.
Burada 2001 yılına dönerek MHP GENEL BAŞKANI DEVLET
BAHÇELİ’NİN rolünü çok iyi okumamız gerekiyor. ANASOL- M hükümetini bitiren
ERKEN GENEL SEÇİM açıklaması yani talebi bizzat o dönem koalisyonun ikinci
büyük ortağı olan MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından yapılmıştı.
Aynı dönemde Batı tarafından operasyona tabi tutulan DSP –
DYP – Refah Partisi bölünerek Kemal Derviş operasyonlarıyla Demirel – Ecevit –
Erbakan tasfiye edilmişti. Türkeş vefat ettikten sonra Genel Başkanlığa seçilen
Devlet Bahçeli bu projenin parçasıydı.Erken genel seçim açıklamasından bir süre
önce İngiltere merkezli bir telefon konuşması yaptığı ve bu telefonun
Buckingham sarayından geldiği ve talimat sonrası ANASOL – M hükümetini erken
genel seçime götüren açıklamanın yapıldığı söylenir.Tabi bu açıklama o gün
Refah Partisini bölerek yeni kurulan AKP ‘ye iktidar kapılarını açan ve Türkiye
siyasetinin tamamen tasfiyesiyle sonuçlanan seçim olacaktı.
Bunu çok iyi bilen Devlet Bahçeli bugün “ BAŞKANLIK
ANAYASASI “ değişimi meselesini gündeme getirerek 2.Cumhuriyetçilerin ve
İngiliz Chatham House projesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılarak
yerine NEO – OSMANLI modelinde hanedanın iktidara geriye dönüşünü sağlayan
kapıyı açan kişi olarak tarihe geçmiştir.
Aynı Devlet Bahçeli sonrasında Kraliçe’nin uslu oğlu
Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine ses etmemişti.
Tesadüfler hep tarihi tekerrür ettiriyor.
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı ve süreç hızlanıyor.
Ne tesadüf İngiliz Amiral gemisi İstanbul’a gelerek
Dolmabahçe önünde demirlemişti. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan beraberce
basının görüntüleyemediği bir ortamda hesapta AKŞAM YEMEĞİ yemişlerdi. İngiliz
Kraliçesinin huzurunda. Ne verdiler? Ne aldılar? Kimse bilmiyor. Biz öyle
diyelim.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiltere Kraliçesi tarafından
takdim edilen nişan sonrasında yanaşma basının manşetleri olan gazetelerde
manşetler şöyle: “Büyük Şövalye Nişanı”nın haçsız olanı takılıyor Sn. Gül’e”
“Özel bir hassasiyet gösteriyor majesteleri”
İlk manşette beyinlilere, ikincisinde ise beyinsizlere mesaj
veriyor.” Beyni hasar yemiş kalemler böyle yazmıştı. Ne var ki bunda! Altı üstü
bir madalya, onu alınca kimliğimiz mi değişecek! Diyenlerin yüzleri Allah’ın
huzuruna döndüklerinde utanmıyorlar mı?
Bir iğne dahi verilse, eğer o ülke İngiltere ise çok şey
değişebilir.200 yıldır Osmanlı ve Türkiye siyasetinde etkin rol oynayan,
ülkemizi; savaşa sürükleyen, işgal eden, sömüren ve hükümetlerimizden
anahtarlık yapan, kokuşmuş çoraplarını başımıza takke diye geçiren
İngiltere”den bahsedilince binlerce kez düşünmeliyiz.
Üzerinde Güneş (Haç) Batmayan İmparatorluk. Türk Halkının
Başı, İngiltere tarafından “Diz Bağı Nişanı” ile ödüllendiriliyor ise bu, çok
yakında ülkemizden bazı parçaların kopacağının işareti.
Ne demişti Sayın Gül “GÜROYMAK’IN ESKİ ADI NORŞİN“. Çözülme
destekçileri ne demişti? Tarihi isimler yani eski isimler yeniden kullanılacak.
Mesela İSTANBUL - KONSTANTİNOPOLE, ANTALYA – ATTALEİA,
ANKARA –ANCYRA gibi beğenilerinize demek düşer. Uyan, ey Türk Halkı!
İngiltere”de “Diz Bağı” denilen bu “Nişan”, Türkiye’de “Göz Bağı”na dönüşüyor.
Benden selam olsun başını bağlarken gözlerini bağlayanlara; Olsun Allah biliyor
ya.
O günleri hatırlamadan bugün yaşanan BAŞKANLIK KAOSUNU
anlayamayız.
AKP kadroları ,yandaşları TV ekranlarında “ Keşke İngiliz
işgali devam etseydi.Halifelik devam eder “ diyecek kadar alçak ve hainlerden
oluştuğunu hala anlayamamış bir psikolojiyle karşı karşıyayız.
Şerefinize Kraliçe!..
Savaş gemisinde kadeh tokuşturdu. Köşk’te, Büyük Şövalye
Nişanı’yla ödüllendirilen Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, o gemide
onurlarına verilen resepsiyonda Kraliçe’yle kadeh tokuşturacak kadar mutluydu.
İngilizlerin Gül’e olan ilgisi elbetteki bununla sınırlı kalmayacaktı ve
kalmadı da...
Çünkü Gül onların yetiştirdiği evlatları gibiydi.Chatham
House meşhur Lawrance denilen itin yetiştirildiği bunun yanında TURAN ve
Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünme ve parçalanma planlarının yapıldığı yerdi.
İşbirlikçileri ise İstanbul saraylarının müdavimleriydi.
Yani bu işin tarihsel bağları açısından daha da gerilere
gidersek ; Atatürk ve İngilizler arasında Suudi destekli olarak geçen Halifelik
mücadelesine bakmak gerekir.Daha ötesi ise hep dedğimiz gibi Vehhabi Suudi
operasyonları perde gerisinde kimi zaman İngiliz Kraliyet ailesi kimi zaman ise
ABD derinleri Türkiye siyasetinde vücut bulmaya devam etmektedir.
Bu sırada son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti toprakları Arap
ülke liderlerine parsel parsel satılırken “ Peygamber efendimize ait olduğu
iddia edilen sakal-ı şerifin DUBAİ emiri Makhdum için havaalanına kadar
götürülerek kendisine para karşılığı satıldığı iddiaları mevcuttur.
sona doğru yaklaşıyoruz.
Başkanlığın amacı Osmanlı saltanatı ve HİLAFET
rejiminingeriye getirilmesidir. Bunun sakıncalarını bugün için Erdoğan
anlayamamaktadır.
Ona göre HİLAFET gelirse ÜMMET birleşecektir.Kaldı
kigidebildiği bir tane ARAP ülkesi kalmamıştır.
Bugün İŞİD terör örgütü SKYSE – PİCOT
anlaşmasınıtanımadığını açıklamış aynı paralelde Erdoğan cetvelle çizilmiş
sınırlar diyesağda solda nara atmış dahası LOZAN barış antlaşmasını Ergun Diler
denilenyandaş gazetecinin ağzından çöpe attığını açıklamıştır.
Bugün Lozan yoksa önüneotomatikmen SEVR gelir .Erdoğan diyor
ki “ El Bap çok önemli.Geriye çıkarsakSEVR’İ dayatırlar.”
SEVR anlaşamasışartlarına dönerseniz ne olur ?
Erdoğan ve Bahçeli Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkarak
1900 ‘lü yılların koşullarına doğru sürüklemektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ve sonra bu beyanları
hepimiz tarafından bilinmektedir.
Son süret bu süreci daha iyi anlayabilmemiz için şu iki
husus çok önemlidir.
19 Nisan 2012 tarihinde yapılan ankette İngilizler en büyük
düşmanlarının arasında Atatürk’ü gösterirken Abdullah Gül ismi en çok sevdikleri
isimler arasında yer almıştı.
İngilizlerin en çok düşman olduğu liderler sırasıyla
şöyleydi.
George Washington'ı İrlandalı gerilla lideri Michael
Collins, Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart, Alman General Erwin Rommel ve
Mustafa Kemal Atatürk izledi.
Dikkat çekici değil mi !
Dönemin Dışişleri Bakanı Halife Abdülmecid’in torunlarıyla
İngiltere’de Türk Büyükelçiliğinde toplanıyordu.
Tarihler 09 Mart 2013’ü gösterirken bu önemli toplantıda
aslında Osmanlı hanedanının Türkiye’ye dönerek SALTANAT ve HİLAFETİN geriye
getirilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı.
O tarihten sonra Türkiye olarak yaşadıklarımızı bir daha
gözden geçirmemiz gerekiyor.
Develt Bahçeli durup duruken bir anda BAŞKANLIK ANAYASA
değişikliğini boşuna meclis gündemine getirmedi.Kimbilir ! Buckingham
sarayından bir telefon gelmiş olmasın.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Bahçeli köşke çıkıp
Exeterci Abdullah Gül ‘e Cumhurbaşkanlığı adaylığı teklifinde bulunmuştu.Gül
kabul etmeyince verdiği işarete göre başka bir Exeterci olan Ekmeleddin
İhsanoğlu isminde karar kıldı.Peki bu durumda CHP bu oyunun neresinde bunu
sormak lazım.
Bugün Anayasa başkanlık görüşmelerinde AKP milletvekilleri “
YENİ BİR ABDÜLHAMİT LAZIM “ diyecek kadar sığ ve cahalet sergiliyorlar.
Dikkat edelim.Atatürk lazım demiyorlar.
Asıl baklayı ise Osmanlı hanedanı mensubu açıklıyor.
2'nci Abdülhamid'in beşinci kuşaktan torunu Nilhan
Osmanoğlu, "Cumhurbaşkanımız ile son görüşmemiz sonrasında aile olarak onu
kesinlikle yalnız bırakmayacağımızın kararını verdik. Aile olarak biz de bir
kişiyle bu siyasi oluşumun içinde olacağız. Şu anda o ismi veremiyorum ancak bu
ismi biz belirledik. Cumhurbaşkanımızın bu konuda yalnız kaldığını gördük. İşte
bu yüzden aile olarak bizler de O'nun yanında daha fazla olacağız" diye
konuşuyor.
Ve Osmanlı hanedanı Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı mal
mülk davası açıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 34’üncü padişahı Sultan
Abdülhamit’in torunları, dedelerinden miras kaldığını öne sürdükleri onlarca
değerli mülk ve arazi için hukuk mücadelesi başlatıyor.. Talep edilen yerlerin
toplam değeri ise milyar dolarla ifade ediliyor. Neredeyse İstanbul’un yarısı
isteniyor.
Başka miadı olmuş tapular yandaş medyada ortaya
çıkartılıyor.Ve Halep bizim ! Şam bizim ! Kudüs bizim gibi aptalca manşetler
atılıyor.
Ben yarın BİZANS İMPARATORUNUN torunlarının ellerinde
tapularıyla gelip İstanbul bizim demelerinin bu aptal zihniyetler karşısında
gayet doğal olduğunu düşünmeden edemeyeceğim
Osmanlı saltanatı İngiliz gemisine binip giderken
,Osmanli ordulari başkomutanı Enver Paşa Alman DENİZALTISINA binerek Rusya’ya
kaçıyordu.Rusya sonrasında Enver Paşa’ya verdiği görevle Türk dünyasını Çin ve
Rusya ‘nın hegemonyasına sokmayı başardı.Sorsan kahraman derler.
Bir avuç silah arkadaşıyla beraber Mustafa Kemal Atatürk ise
vatan hainlerine rağmen bir Türk devleti kurmayı başardı.
Şimdi Osmanoğulları hanedanının ülkeden neden çıkartıldığını
daha iyi anlıyoruz.Çünkü fitne devam ediyor.Bu ülkeye kıymet yerine mal ve mülk
peşine düşmüşler. Anlatılanlara bakılırsa DEVLET BAHÇELİ ve ERDOĞAN Saltanatı
ve bir İngiliz projesi olan Hilafeti getirmeye kararlılar.
Yani MHP ve AKP tarafından getirilen BAŞKANLIK ANAYASASI bir
İngiliz projesidir. Uşakları bellidir.Sonuçları ise SEVR demek ehven kalır.Daha
beter bir sürece taşımaktadır.
MHP ve AKP Anayasadan çıkartmış oldukları
"CUMHURBAŞKANI ADAYI OLABİLMEK İÇİN DOĞUŞTAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI
OLMA ZORUNLULUĞUNU " Yurtdışından getirilecek olan Osmanlı Hanedan
mensuplarının Cumhurbaşkanlığına aday olabilmesi için Anayasadan çıkarttılar.
Şimdi Bahçeli ve Erdoğan tezgahlarını anladınız mı ?
Bu arada 15 Temmuz darbe senaryosu direk Türkiye Cumhuriyeti
Devleti için tasfiye amacı taşıdığına göre Bahçeli ve rolünü çok iyi anlamak
zorundayız.
Gün gelecek ATATÜRK ve Osmanlı hanedanı seçimlerde yarışacak.İş
bu noktaya doğru getiriliyor. (ANSAV STRATEJİK ARAŞTIRMALAR VAKFI Başkan
Yardımcısı H.Hakkı Kahveci tarafından hazırlanmıştır.)