EMANETİN BEKÇİSİ,
HALK HİZMETKÂRLARINA AÇIK
MEKTUP
Mustafa
Nevruz SINACI
Cemil Çiçek, Parlâmento Başkanı,
Recep Tayip Erdoğan, Bakanlar
Kurulu Başkanı
Veysel Eroğlu, Çevre, Orman ve Su
İşleri Sorumlusu (ile)
Bütün parti sahipleri ve
parlâmenterlere
Parlâmento/ANKARA
Konu: Parlâmento gündeminde yer
alan, “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma” kanun tasarısı hakkında görüş,
tenkit ve öneriler… (*)
Türkiye Cumhuriyeti’ni 55 yıldır,
alçak ve küstah bir tavırla “dış kapıda bekletmek”, emsallere aykırı, insanlık,
ahlâk ve evrensel hukuk dışı dayatmalara maruz bırakmak ve Türk Milletinin
onur, şeref ve haysiyetini rencide etmek.; Ayrıca iç sorunlar yaratıp anarşi, terör
ve tedhiş unsurlarına yardım ve yataklık yapmayı adet haline getirmek gibi “insanlık
suçları” ile malul AB tarafından, müktesebat bahanesi dâhilinde fiilen kabule
zorlanan; Halihazır, (usulen ve tefhimen) Parlâmento prosedürüne intikal “Tabiatı
ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu” nun gündemde yer alan mevcut haliyle
Meclis’te görüşülmemesi; Emanetin bekçisi ve millet hizmetkârlarına dayatılan
bu aykırı tasarı ve konuyla ilgili herhangi bir karara varılmaması ve Kanun’un ‘halkla
istişare edilerek’ katılımcı bir süreçte yeniden hazırlanması konusunda ilgili
makamlara görüş vermenizi; Milli Devletin, devlet mülkü ile ülkedeki bütün
maddi varlıkların hakiki sahibi ve devletin unsuru aslisi; Emanetçisi ve
mülkünün bekçisi olduğunuz vatandaşa ayrıntılı bilgi vermenizi ve milletle
mutabık kaldıktan sonradır ki; Genel Kurula indirmenizi istiyor, hatırlatıyor ve
“adalet ahlâkı ile evrensel hukuk adına” talep ediyorum.
Talebimin sebep, dayanak ve
gerekçeleri aşağıdaki gibidir.
1-
Kanunun
hazırlık süreci katılımcı değildi:
Kanun, sözde müktesebat gereği
bir AB dayatması olup; konunun gerçek tarafı “halk, bilim kuruluşları, Üniversiteler,
basın ve kamuoyuna açık katılımcı bir süreçle” hazırlanmadı. Bu haliyle
şeffaflık ilkesine aykırı, kamu yararı aleyhine, karar alma süreçlerini ihlâl
ile sakat ve katılım yönünden demokratik değildir!.. Ülkemizi 30 yıl önce
hazırlanan yasaların daha da gerisine götürecek niteliktedir.
2-Doğal Sit statüsü kalkıyor, mevcut ve “milli servet” değeri yönünden korunan
alanların statüleri yeniden değerlendirilecek:
Kanun’la birlikte ülkemizde
bugüne kadar ilan edilmiş bütün korunan alanların (Sit, Milli Parklar, Yerel Habitatlar,
Doğal ve Yaban Hayatı Koruma Alanları, vb) statüsü yeniden değerlendirilecek.
Söz konusu yeniden değerlendirme sürecinin nasıl bir yöntemle, hangi usul,
esas, kriter ve bilimsel esaslar göz önüne alınarak gerçekleştirileceği sarahaten
tespit ve tayin edilmiş değil. Aksine, hüküm ve kavramlar çok muğlâk, esnek, belirsiz..
Tasarıyla öngörülen bu süreçte birçok Milli servet, kültürel değer, nadide eser,
alan ve endemikler mevcut koruma statüsünü kaybedebilir, orijinal fauna tahrip
edilebilir; Şu an için Ankara 100 Yıl Birlik Parkı kalkışmasında olduğu gibi
kadim park ve bahçeler peşkeş çekilebilir. Yaşamın olmazsa olmaz şartı doğal
denge bir daha tamir imar ve telâfisi kabil olamayacak derecede tahrip ve
tarumara maruz kalabilir. Dolayısıyla ve bu yönüyle teşebbüs emanete hıyanet
meyanındadır...
Ayrıca mezkür Kanun tasarı ve
teşebbüsü ile birlikte, mevcut ve meri ‘Doğal Sit alanı’ statüsü ortadan kalkmakta; Halen kısmi yahut
bütünsel koruma kapsamında yer alan “mevcut eko sistem, milli servet, tabii değer,
doğal sit alanı-orman, meralar ile; Geçerli bilumum kural, kanun ve tedbirlere
rağmen, ülkemizin her tarafında “bilinçsizce, adeta insanlık, sürdürülebilir
yaşam ve doğal değer düşmanlığı” ile ihtirasla, hırsla yağmalanan tarım ve ziraat
arazilerinin akıbetinin ne olacağı:, “Çok
büyük bir tehdit, gasp ve tehlikeye maruz kalabilecek derecede” kuralsız,
korumasız, tedbirsiz ve belirsizdir. Bu belirsizlik: Avrupa, Asya ve Orta
Doğu’nun en zengin faunasına sahip ve fakat sürekli yağmalanan “mevcut Türkiye”
şartlarında asla göze alınamaz. Zira çok iyi bilindiği üzere hali hazırda
Türkiye yüzölçümünün yaklaşık % 4 - 5 civarı korunan alan statüsüne sahip olup;
Bu alanların daha da genişletilmek suretiyle koruma işlem ve kapsamının
genişletilerek sürdürülmesi hayati önem ve mutlak zarureti haizdir.
Kaldı ki; Türkiye’nin de taraf
olduğu; Aynı AB ülkeleri ile gelişmiş dünya devletleri tarafından en kapsamlı
şekilde, hassasiyetle, tam bir dikkat ve özenle uygulanan Uluslar arası
Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi gereğince ülkemizin 2020 yılına kadar;
1) Doğal habitatlarının,
(ekolojik değer, ekilebilir ve sulanabilir tarım, ekim, ziraat alanı, park,
bahçe, mera ve orman; Nadir bitkiler, doğal havzalar ve endemik yapı) tahribat,
amaç dışı kullanım ve kaybını sureti katide önlemek, ortadan kaldırmak; Merkezi
veya yerel idarenin buna muktedir olamaması, aciz kalması gibi dumur hallerinde
ise en az yarı yarıya azaltmak, her şeye rağmen mümkün olan yerlerde sıfıra
indirmek;
2) Mümkünse tamamını, değilse karasal
ve içsu alanlarının (havzaların) minimum % 17’sini, deniz ve kıyı alanlarının
%10’unu korunan alan olarak ilan etmek; Gerçekten koruma altına almak, mevcut
tahribatı imar ve ıslah ederek kıyı yağmasını bütünüyle önlemek; Denize şehir
atıkları dökümü, lâğım ve atık su (kanalizasyon) bağlanması nevinden;. Ancak ve
sadece insan altı idare unsurlarının işleyebileceği suç saiklerini kesinlikle
men ve tedip etmek…
3) Amaç dışı edinim ve
tasarruflar sonucu, doğal yapısı bozulmuş alanların mümkünse tamamının, değilse
en az %15’inin (hedef mutlaka tamamı olmalıdır) koruma ve restorasyon
çalışmaları ile geri kazanmak hedeflerini yerine getirilmesi gerekiyor.
Oysa malum, münhasıran çıkar
odaklı ve melhus tasarı bu haliyle yasalaşırsa bırakın yeni alanlar ilan etmeyi
mevcutların bile etkin biçimde korunması mümkün olmayacaktır.
3-“Üstün kamu yararı” gerekçesiyle korunan alanlar yatırıma
açılabilecek:
Parlamentoya sunulan taslak
içeriğinde: “üstün kamu yararı” gerekçe gösterilerek korunan alanlarda her
türlü yatırıma izin verilmesine ilişkin düzenleme var. “Üstün kamu yararı” ise
açıkça tanımlanmamış. (Örneğin bir otoyol, enerji yatırımı, sanayi tesisinin
bir milli park içerisinde veya milli parkı doğrudan etkileyecek bir bölgede
yapılması mümkün olabilecek) Bu düzenleme teşebbüsü, “insani veya doğal hayatin
davamı yönünden hayati önemi haiz ve halkın tamamının mutlak menfaatine
müteallik zaruret halinde kamulaştırma yoluyla” tasarruf hariç olmak üzere,;
Başkaca bir “üstün kamu yararı” düşünülemez…
Mutlak bir hayati zaruret olmadıkça
doğal fauna, ekolojik denge, bitkisel ve hayvani hayatın neş’et ettiği alanlar;
Dereler, Göller, Su kaynakları, Deniz sahilleri, ekilebilir toprak, sulandığı
takdirde yeşerebilir alanları: Sanayi, ticaret, yoğunluklu bina içeren turizm
tesisi ve konut alanı olarak imar ve ikame etmek insana ve vatana ihanet
etmektir.
4- Bakanlık dışında kimsenin söz hakkı yok:
Kanun’un genelinde; Hali hazır AB
ülkelerinde uygulanan usul ve esasa dahi aykırı olarak; Yöre halkının, bilim ve
sivil toplum kuruluşlarının ve diğer hukuki hak sahibi malik ve paydaşların; Korunan
alanların ilânı, planlaması ve yönetimi süreçlerine aktif bir biçimde
katılımını sağlayacak hiçbir düzenleme, amir hüküm, takip ve denetim mekanizmaları
yok.
16 Mart 2011 tarihinde kabul
edilen tasarıda yer alan katılım mekanizmaları (Ulusal Tabiatı Koruma Kurulu,
Mahalli Tabiatı Koruma Kurulu ve Bilim Heyeti) bile iş bu tasarıdan (muhtemel
art niyetler, bazı özel hesaplar ve sair çıkar sağlama niyetleri nedeniyle olsa
gerek) çıkarılmış. Bütün dünyada biyolojik çeşitliliğin korunması için
“katılımcılık” olmazsa olmaz fikir ve fiili bir ilke olarak benimsenmişken, bu
Kanun taslak ve tasarısında halkın karar alma ve fiilen uygulama süreçlerine
katılımını sağlayacak kanalların yer almaması kabul edilemez.
Ciddi bir takip ve koruma
mekanizmasının yokluğu da büyük bir eksikliktir.
5- Milli Parklar Kanunu’nu yürürlükten kaldırıyor:
Kanun’la birlikte mevcut Milli
Parklar Kanunu yürürlükten kalkıyor.
2873 sayılı “Milli Parklar Kanunu”,
ülkemizde, doğa koruma konusundaki en önemli yasal düzenlemelerden bir tanesi. Oysa
bu tasarıda korunan alan statülerinden bir tanesi olarak “milli park” statüsü
yer almasına rağmen, bu kapsamda mütalâa edilecek alanların hangi usul ve
esaslara göre yönetilip korunacağı belirsiz, muğlak ve muallaktır. Milli
Parklar Kanununun (kabul edilmesi halinde) bu Kanun ile birlikte yürürlükten
kaldırılması hali hazırda zaten ciddi baskılarla karşı karşıya kalan Milli Park
alanlarımızı olumsuz biçimde etkileyecektir..
Özellikle son dönemde sayıları
hızla artan ve çoğu “Mili Habitat’ın gerçek hak sahibi” halkın isteği hilâfına,
şiddetli red ve tepkisine rağmen inşa edilmeye çalışılan HESlere açılan “karşı
davalarda” Milli Parklar Kanunu önemli bir dayanak ve bu tasarı ile beraber bu
sağlam dayanak, her ne hikmetse “rantiyenin önündeki engel” anlayışı ile olsa
gerek maalesef ortadan kaldırılıyor. Bu da ülkemiz, milletimiz ve geleceğimiz
için büyük kaygı, kayıp ve engeldir.
Şu hale nazaran: Beklenir yağma,
haksız edinim girişimleri ve peşkeş kalkışmaları karşısında stabilizatör değeri
olan kanunlar mutlaka kalmalı veya onu ikame eden kanunda, daha etkin bir
düzenleyici / koruyucu biçiminde yer almalıdır. .
NETİCE OLARAK:
Gerek hazırlık süreci, gerekse
getirdiği aykırı düzenlemeler itibariyle son derece sakıncalı ve endişe verici bu
Kanun Tasarısı’nın mevcut haliyle yasalaşması halinde, zaten yıllardır
ekilebilir alanları, ormanları, sit ve sair ekolojik değerleri yağmalanan ülkemizdeki
doğal yaşam alanlarının ve biyolojik çeşitliliğin; Nadir bitkiler, doğal
havzalar ve endemik yapı ve hayvan potansiyelinin kaybedileceği bir gerçektir.
Esas amaç ve kurulum ilkeleri
bağlamında “Koruma” misyonundan uzak, adeta doğa koruma alanlarını ticari kullanıma
açmanın yollarını tanımlamak için hazırlanmış bu Kanun tasarısının ülkemizin
doğasını çok kısa bir süre içerisinde geri dönüşü olmayacak şekilde yok
edeceğine inanıyorum. Bu alanda uzun yıllardır örnek çalışmalar yürüten birçok
sivil toplum kuruluşunun da bu Tasarı’ya karşı çıktığını biliyor ve bu
çabalarını yürekten destekliyorum.
Tüm bu olumsuzluklar, mücbir
nedenler ve yaşamsal sebeplerle sizlerden bir an önce “Tabiatı ve Biyolojik
Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’nı”; Millet iradesinin “yasama erki ve
devlet idaresinde” yansıması olmaktan uzak parlâmento seçkinleri gündeminden
çıkartıp,; Çok ayrıntılı bir biçimde ve milletle birlikte değerlendirilmesi ve “mevcut
yapı çerçevesinde” bu kadar önemli, hayati bir ve milli bir konuda “halk adına
karar verme hak ve salâhiyetinizin bulunmaması” cihetiyle; referanduma gidilmesi
kaydıyla taslağı işlemden kaldırmanızı ve bu haliyle üzerinde karar almamanızı
talep ediyorum...
Gelecek nesiller için çölleşmemiş,
kirlenmemiş, yaşanabilir bir Türkiye bırakılmasını arzu eden ve “nihayetinde
bütün parlamenterlerinde bir insan olduğu düşüncesiyle” içtenlikle ve kamu
yararına, ulusal onur ve sorumlulukla hareket eden bir yurttaş olarak.; Sizlerden
söz konusu kanun tasarısının parlamento
gündeminden mutlaka geri çekilmesi ve kamu yararını esas alan şeffaf, katılımcı
bir süreçte yeniden düzenlenip, hazırlanması için gerekli adımların atılmasını
talep ediyorum. Bu Tasarı’nın durdurulmasına yönelik bugün atacağınız adımların,
ülkemizin geleceği için yapılmış en değerli yatırım olarak tarihe geçeceğine
inanıyorum.
Şurası mutlaka bilinmelidir ki: Bilerek
ve isteyerek “doğa’ya ve doğal’a” saldıran,
tabiatı tahribe yeltenen, hasar ve zarar verenler, azılı ve amansız insanlık
düşmanıdırlar.
Gereğinin milli menfaatler
doğrultusunda, ülkemiz, milletimiz, çocuk ve gençliğimizin geleceği dikkate
alınarak yapılması ve icabında “sağlam, sağlıklı, demokrat, kalıcı, namuslu,
dürüst, iyi ve uygulanabilir, sürdürülebilir” bir kanun hazırlanması için
mevcut tasarının geri çekilmesi hususunda gereğinin yapılmasını; “Milli
duyarlık ve sosyal sorumlulukla, yönetimi denetleme görevimiz gereği” arz ve
talep eylerim..,
Mustafa Nevruz SINACI
Siyaset Bilimci -
Hukukçu, Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
(*) Not: İş bu açık mektup metni;
AKUT (Arama Kurtarma Derneği) Başkanı sevgili ve değerli Ali Nasuh MAHRUKİ
tarafından düzenlenen kampanya bazında düzenlenip hazırlanmıştır.