30 Aralık 2013 Pazartesi

Ayşegül Akbay Yarpuzlu, Devlet Başkanı Adayı

Ayşegül Akbay Yarpuzlu, 
Devlet Başkanı Adayı
Liberal Devlet Başkanı adayı,  Prof. Dr. Ayşegül Akbay Yarpuzlu, adaylığına dair;     
‘2005'den bu yana liberal felsefeyle aktif siyasetteyim. Ancak Türk siyasetinde Troika'lı yıllarda liberallerin siyasetten çeşitli söylenti ve ayak oyunlarıyla silinmesinden sonra, liberal siyasi felsefe, muhafazakar sağ ve hatta ulusalcı sol tarafından marjinal bir gurup gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. Esasen, liberalliğin ilk şartı, bireyciliği anlamaktan geçer. Liberal siyasetin devletten hiç bir desteği yoktur. Siyaset yapanların her biriyse, propaganda ve tanıtım çalışmalarını tümüyle kendi akıl ve maddi güçleriyle bireysel olarak yüklenmektedirler. Bu bağlamda, liberal felsefede 20 yıldır yerini koruyan, tam başkanlık sistemine geçiş teması, çoğuna göre simgesel bir yorumdur. Bu sebeple, kimseden destek görmeden, 3 ay önce, Devlet Başkanlığı sistemine geçiş olması halinde, Cumhurbaşkanlığı'na değil, Devlet Başkanlığı'na aday olacağımı basına açıkladım. Önümüzdeki yıl bir seçim var. Bu arada, Anayasa değişiklik çalışmaları aksaklıklarla sürüyordu. Anayasa uzlaşma komisyonu paketinden Devlet Başkanlığı, ya da Cumhurbaşkanı seçim yöntemleriyle ilgili bir metin çıkmadı. Büyük ihtimalle, gelecek seçimlerde TC. Cumhurbaşkanı'nı yine meclis seçecek. Oysa olması gereken, Başkan'ın milletin oyuyla seçilebilmesiydi. Ve tabii, tüm diğer kurumlarıyla tam Başkanlık sistemi !  Bu değişikliğin alt yapısını hazırlamaya meclisin ve mevcut siyasi yapılanmanın heves ve zamanı kalmamıştır. Öte yandan AKP içinde, bu partinin devamlılığı kaygısıyla çeşitli alternatif isimler nabız yoklamak maksadıyla gündeme düşmeye başlamışlardır. Mevcut seçim sisteminde, resmen Cumhurbaşkanlığına aday olabilmek için, meclis içinden en az 20 parlamenterin destek imzasına ihtiyaç bulunmaktadır. Ben gerek iktidar, gerekse muhalefet partilerinin siyasi çizgi ve önermelerini benimsemiyorum, desteklemiyorum. Bu sebeple, farklı ideolojilerin temsilcilerinden destek turuna çıkmak gibi bir niyetim henüz şekillenmedi. Kaldı ki, mevcut siyasi grup ve blokların, liberal felsefeyi anlamaktan çok üzak ve sürü mentalitesiyle, kendi aralarından uzlaşarak belirleyecekleri kendi partilerinin adayına destek verecekleri daha kuvvetli bir ihtimaldir. Bu durumda, şimdilik, sadece zayıf da olsa, görünürlüğümü artırma çabasındayım. Milletinse, oyunu çoğu zaman adayının siyasi felsefesine vermediği, ve kamuoyunda yer alan tartışmalara içgüdüsel tepkilerle karar verdiği gerçeği çok acıdır. Bu durumda, yılmadan, 80'lerde muhafazakar kalıplar içinde gerçek içeriği anlaşılamamış olan liberal demokrat felsefeyi millete ve halka anlatabilmek ve yaşam tarzına dönüşmesine katkıda bulunabilmek, Türkiye'yi ileri götüreceğine inandığım yöntemdir. Girişimimi bu çerçevede yorumlayabilirsiniz.’ dedi.
Yarpuzlu; Başkanlık Programının temel esaslarını oluşturmasını planladığı Liberter Deklarasyonunu ise şöyle özetledi;
Ayşegül Akbay; ‘Liberter Deklarasyon’;
Bir ‘LİBERTER’ olarak, ‘özgür bir dünya’ arayışımda , tüm bireylerin kendi yaşamları üzerinde egemen olduğu ve hiç kimsenin, başkalarının yararına, kendi değerlerini feda etmek zorunda olmayacağı bir dünyada yaşamak istiyorum .
Düşünüyorum ki; özgür ve müreffeh bir dünya için ön koşul, bireysel haklara saygı, cebren ve hile ile insan ilişkilerindeki sürgünlerin yerine sadece özgürlük ile barış ve refahın fark edilebilir olması gereğidir.
Sonuç olarak, her kişinin, huzurlu ve dürüst herhangi bir faaliyete girişme hakkını savunmaya, ve özgürlüğün getirdiği çeşitliliğe hoş geldiniz. İnşa etmeye çalıştığım ideal, dünyadaki bireylerin, hükümetten müdahale veya herhangi bir otoriter güç olmadan , kendi yollarını, kendi hayallerini takip edebilme hak ve özgürlüğüdür.
İlerleyen sayfalarda benimsediğim temel ilkelerle belirlenen çeşitli politika prensiplerimi bulacaksınız;
Bu öznel politik fikirler aslında bir hedef değildir. Amacım ne fazla ne de eksik bir dünyada serbestliği standart ve amaç edinmektir.
İLKELERİMİN BEYANI
Özgürlükçülüğü prensip edinmiş bir birey olarak, her şeye gücü yeten devlet kültürüne meydan okuyorum ve bireyin haklarını savunuyorum .
Prensipte, tüm bireylerin kendi yaşamları üzerinde tek hakimiyet ve egzersiz hakkına sahip olduklarını düşünüyorum, ve bu kadar uzun çaba ve zorluklarla seçtikleri ne olursa olsun bir şekilde yaşamak için yine de hiç kimsenin başkalarının eşit haklarına müdahale hakkı da yoktur. Başkalarının tercihleri ne olursa olsun bir şekilde yaşama hakkına sahip oldukları en önemli gerçektir.
Bireycilik prensibinin zıddına; tarih boyunca devletler ve hükümetler, düzenli olarak bireylerin yaşam emeklerinin meyvelerini ellerinden kapma hakkına sahip olduğu varsayım ve ilkesiyle faaliyet göstermişlerdir. Hatta gerek Osmanlı gerekse Türkiye Cumhuriyeti içinde, devlet için kendi varlıklarını hibe edecek bireylerin yaşamlarını düzenleyen ve hatta kimilerinin rızası bile olmadan emeklerinin meyvelerini devletleştirme yasasını desteklemiş olan, cumhuriyetin siyasi partilerinin neredeyse tümüdür. Yazık!

Biz; liberterler ise, tam tersine, herhangi bir devlet ya da hükümetin bireysel özgürlükleri çiğnemeye hakkı olmadığının bilinciyle; birey haklarını inkar ve ihlal edenlere şu noktalarda dur demeliyiz, (1) yaşam hakkı - yasakçı zihniyetlerin baskıcı destek arayışları, başkalarına karşı fiziksel güç kullanmaya başladığında, (2) konuşma ve eylem özgürlüğü hakkı - kısacası, hükümet tarafından konuşma ve basın özgürlüğü, herhangi bir biçimde sansüre konu olduğunda, (3) mülkiyet hakkı- buna göre, özel mülkiyetlere el koyma, kamulaştırma ve kamulaştırma benzeri tüm devlet müdahalelerinde karşılaşılan, devlet eliyle soygun, izinsiz işgal, dolandırıcılık ve yanlış ve haksız temsil uygulamalarında.
Hükumetler bireysel haklarını ihlal etmeye kalkıştığında, biz bireyler aramızdaki gönüllü ve akdi ilişkiler alanlarında, devlet tarafından uygulanacak tüm müdahalelere, girişim özgürlüğümüz adına, karşı çıkalım. İnsanlar başkalarının yararına, kendi can ve mallarını feda etmek zorunda olmamalıdırlar. Serbest ticaret (piyasa) ile uğraşanlar, zaten hükumet tarafından ücretsiz bırakıldığında, kendiliğinden gelişen ekonomik sistem (serbest pazar), bireysel hakların korunması ile uyumlu tek çözümdür.ve basın özgürlüğü, herhangi bir biçimde sansür girişimlerine konu olduğunda (3 ) mülkiyet hakkı - buna göre özel mülkiyetlere el koyma, kamulaştırma ve kamulaştırma benzeri tüm devlet müdahalelerinde karşılaşılan devlet eliyle soygun, izinsiz işgal, dolandırıcılık ve yanlış ve haksız temsil uygulamalarında.ve basın özgürlüğü, herhangi bir biçimde sansür girişimlerine konu olduğunda (3 ) mülkiyet hakkı - buna göre özel mülkiyetlere el koyma, kamulaştırma ve kamulaştırma benzeri tüm devlet müdahalelerinde karşılaşılan devlet eliyle soygun, izinsiz işgal, dolandırıcılık ve yanlış ve haksız temsil uygulamalarında.ve basın özgürlüğü, herhangi bir biçimde sansür girişimlerine konu olduğunda (3 ) mülkiyet hakkı - buna göre özel mülkiyetlere el koyma, kamulaştırma ve kamulaştırma benzeri tüm devlet müdahalelerinde karşılaşılan devlet eliyle soygun, izinsiz işgal, dolandırıcılık ve yanlış ve haksız temsil uygulamalarında. ve basın özgürlüğü, herhangi bir biçimde sansür girişimlerine konu olduğunda (3 ) mülkiyet hakkı - buna göre özel mülkiyetlere el koyma, kamulaştırma ve kamulaştırma benzeri tüm devlet müdahalelerinde karşılaşılan devlet eliyle soygun, izinsiz işgal, dolandırıcılık ve yanlış ve haksız temsil uygulamalarında.
1.0 Bireysel Özgürlük
Bireylerin kendileri için yapacakları seçimler ve yaptıkları seçimler sonuçlarının sorumluluğunu kabul, kendi öz tercihleri olmalıdır . Hiçbir birey, grup, ya da hükümet başka bir birey, grup veya hükümete karşı zorlama, baskı ve kuvvete başvurmamalıdır. Hayatta yapılan seçimler için bir bireyin hakkının diğerleri tarafından onaylaması veya seçeneğin reddi de başlı başına bir seçimdir .
1.1 İfade ve İletişim
İfade özgürlüğü tam anlamıyla desteklenirken, hükümet tarafından uygulanacak sansür , sınırlama ve düzenlemeler, iletişim, medya ve bilgi teknolojilerinin kontrolüne karşı durulmalıdır . Özgürlük adına, başkalarının haklarını ihlal eden ya da yok sayan herhangi tipten inançlar ve din üzerinden yürütülen baskı faaliyetlerinden de kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. Din adına yardım veya herhangi dini saldırıların hükümet eylemine dönüştüğü durumlara da karşı durulmalıdır.
1.2 Kişisel Gizlilik
Özgürlükçüler kişilerin konut ve özel hayatın gizliliği haklarına dair anayasa belirtmelerini desteklerler. Haksız arama ve el koymalara karşı durulurken, e-posta, tıbbi, ve kütüphane kayıtlarının gizliliği gibi üçüncü şahıslar tarafından tutulan kayıtların gizliliğine önem verilir. Başkalarının haklarını ihlal, sadece eylemlerin doğrudan suçlularının kişisel sorumluluğudur. Ayrıca, tıbbi veya zevk amaçlı ilaç kullanımı gibi mağduru olmayan "suç " larda, tüm suçlayıcı ve baskıcı yasaların yürürlükten kaldırılması lehine tavır sahibidirler.
1.3 Kişisel İlişkiler
Cinsel yönelim , tercih , cinsiyet ya da cinsel kimlik sınırlaması olmayan güncel evlilikler , velayet, evlat edinme , göç ya da askerlik yasaları kapsamında, bireylerin kararları üzerinde , hükümetin herhangi bir etkisi olmaması gerekir . Hükümet kişisel ilişkileri tanımlamak, belgelendirmek veya kısıtlamak yetkisine sahip değildir . Rıza sahibi yetişkinlerin kendi cinsel uygulamaları ve kişisel ilişkileri konusundaki seçim özgürlüğüne etki edilmemelidir .
1.4 Kürtaj
Kürtaj kabulü hassas bir konudur ve insanların her taraftan iyi niyetli görüşlere sahip olabilmesine bağlıdır. İşe hükümet karıştığında, vicdani göz için her kişinin bireysel soru ve karar hakkı, meselenin dışına itildiğinden kürtaj konusundaki hükümet müdahalelerinin sınırlı tutulması gerektiğine inanıyorum.
1.5 Suç ve Adalet
Hükümet; yaşam , özgürlük ve mülkiyet dahil olmak üzere her bireyin haklarını korumak için vardır . Ceza yasaları, güç veya dolandırıcılık, ya da kasıtlı eylemler yoluyla başkalarının haklarının ihlali ile sınırlıdır. Gerektiğinde zarar tazmini, önemli risklerin istemsiz ihlallerinin çözümüdür. Bireyler gönüllü olarak kendilerine ait zarar tazmin riski üstlenme hakkını saklı tutarlar. Suç veya ihmal halinde zararın, zorunluluk pahasına mümkün olan en geniş ölçüde kurbana iadesi desteklenir. Ancak, cezai sanık haklarının anayasal güvencelerin azaltılması karşısında, süreç, hızlı bir sorgu, hukuk danışmanı hakkı, hızlı yargılanma ve masumiyet karinesi yasal hakları, kanıtlanmış suçlu kadar , mağdur tarafından da inkar edilmemelidir . Gerçekleri daha tarafsız yargılamak için tek hakim yerine, jürinin kararının, hukukun adalet iddialarının en gerçek yansıması olacağı kanaatindeyim .
1.6 Öz Savunma
Meşru müdaafa, - yaşam , özgürlük , ve haklı olarak edinilmiş mallara karşı - saldırganlığa karşı, bireysel hakların korunması için en önemli hak ve mekanizmadır . Bu hak, herhangi bir birey ya da grup tarafından desteklendiğinde de kabul edebilir. Meşru müdaafa hakkına bağlı silah taşıma adına tanınan bireysel hakların teyidi, kendini savunma hakkı için silah kullanmış kişilerin yargılanmasında göz önünde bulundurulmalıdır. Hükümet gerekli silah kayıtlarını tutmada yasal düzenlemeleri aşırıya vardırdığında, mülkiyet ve üretim haklarını savunma özgürlüğünün caydırıcılığına kısıtlama getirmiş olur.
2.0 Ekonomik Özgürlük
Liberterler, toplumun tüm üyelerinin ekonomik başarıya ulaşmaları için bol bol fırsatlar isterler. Bir serbest ve rekabetçi piyasa, kaynakları en verimli işlere ayırır. Her kişi, serbest piyasada başkalarına mal ve hizmet sunmak hakkına sahiptir. Ekonomik alanda hükümete düşen tek rol, mülkiyet haklarını korumak adına anlaşmazlıkları karara bağlamak, ve gönüllü ticaretin korunduğu bir yasal çerçeve sağlamaktır. Yeniden dağıtma; zenginlik, ya da ticareti kontrol etmek veya yönetmek için hükümet tarafından ortaya konacak her türlü çabalar, özgür bir toplumda yanlıştır.
2.1 Mülkiyet ve Sözleşme
Mülkiyet hakları tüm diğer insan hakları ile aynı önemle korunması gerekli haklardır. Mülkiyet sahipleri, kontrol egzersizini başkalarının geçerli haklarını ihlaline kadar ve sürece, müdahale olmaksızın, ya da herhangi bir şekilde zevk amacıyla bile olsa , mülklerinin kontrol, kullanım hatta imhası için tam hak sahibidirler. Ücretler, fiyatlar , kiralar , kar , üretim ve faiz oranları üzerindeki tüm devlet kontrollerine karşıyım .Fiyat, ürün veya hizmetlerin reklamını yasaklayan veya kısıtlayan tüm yasaların yürürlükten kaldırılmasını savunuyorum . Özel mülkiyet , sözleşme özgürlüğü ve ticaret özgürlüğü hakkının tüm ihlallerine karşı herhangi bir nedenden dolayı arazi dahil olmak üzere, bireysel mülkiyet haklarının ihlali; hükümet veya özel eylemciler tarafından hak sahiplerine karşı nerede yapıldıysa; mülkün, hak sahiplerine iadesi lehine oy kullanırım.
2.2 Çevre
Temiz ve sağlıklı bir çevre ve doğal kaynakların mantıklı kullanımını desteklemek maksadıyla, özel toprak sahipleri ve koruma gruplarının, doğal kaynakların korunmasında çıkar sahibi olmasını destekliyorum. Kaynaklarının kirliliği ve yanlış kullanımı ekosistemimize zarar verir . Hükümetler , özel işletmelerin aksine , çevremize yapılan bu zarar için çoğu zaman, sorumluluktan kaçınırken, çevre koruma konusunda çok kötü bir sicile sahiptirler. Çevrenin korunması, toprak, su , hava ve yaban hayatı gibi kaynaklara ait bireysel mülkiyet haklarının açık bir tanımı ve uygulamasını gerektirir . Serbest piyasa, mülkiyet hakları adına, çevre ve ekosistemlerin korunması için gerekli yeniliklere uygun teknolojik ve davranış değişikliklerini uyarır. Gezegenimizin iklimi sürekli değişirken , ancak çevre savunucuları ve sosyal baskı gurupları, kamu davranışlarını değiştirmede etkili araçlardır .
2.3 Enerji ve Kaynaklar
Enerji modern toplumun yakıtı olarak gerekli olsa da , hükümet, enerji piyasasına herhangi bir şekilde müdahale ve destekte bulunmamalıdır. Enerji fiyatlandırması , tahsis ve üretiminde devlet kontrolüne karşıyım
2.4 Hükümet Finans ve Harcama
Tüm kişiler emeklerinin meyvelerini, ellerinde tutmak hakkına sahiptir . Gelir vergisinin kaldırılması ve Anayasa koruması altındaki gerekli görülen tüm devlet programları ve hizmetlerinin peyderpey kaldırılması için çağrı yapıyorum . İşverenleri, vergi memuru gibi hizmet vermeye zorlamak, yasal gerekliliklere karşı çıkanların sayısını artırıyor. Hükümetin, bireylerin kendi rızası olmadan iktidar harcamaları adına gelecek nesillere yüklediği borç , kabul edilemez. " Dengeli Bütçeye Yönelik Değişiklikler "ve sorumlu harcama programlarına geçiş seçimle işbaşına gelen iktidarlara yönelik en önemli denetleme mekanizmasıdır ve desteklemelidir.
2.5 Para ve Finansal Piyasalar

Bankalar ve her türlü mevduat kurumları arasında sınırsız rekabet , serbest piyasada bankacılık sektörünün lehinedir. Gönüllülük karşılığında iş yapan kişilere ödenen para ya da malların nasıl ve nerede kullanılacağı serbest iradeye bağlı olmalıdır. Devletin enflasyonist para politikaları, kişileri anayasaya aykırı yasaları ihlale sürükler. Rekabet ve serbest Pazar ilkesine aykırılık gösteren yaptırımcı ve zorlamacı ihale yasaları da yürürlükten kaldırılmalıdır.
2.6 Tekeller ve Kurumlar
Yalnızca ‘gönüllülük’ esasına dayalı olarak oluşabilecek dernekler, şirketler, kooperatifler ve ticari organizasyonların diğer türlerinde, oluşumların varlık sebebi, bireylerin hakkını savunmaktır . Bu durumda, sivil toplum kuruluşları ya da özel kişiler tarafından sağlanabilen tüm fonksiyonların hükümetten mahrem kalmaya hakkı olmalıdır.  İş, ya da başka bir özel ilgi için hükümet sübvansiyonları gereksizdir. Bu sübvansiyonlar için bütçeli bir devlet tekeli organizasyonun varlığına kaynak sağlamak yerine,  gönüllülük endüstrisi, serbest piyasa tarafından yönetilmelidir.
2.7 İşgücü Piyasaları
İş bulmak için herhangi bir kişinin yeteneğini engelleyen tüm yasaların yürürlükten kaldırılmasını destekliyorum. Devlet tekeli tarafından teşvik edilen ve memurları köleleştiren zorunlu emeklilik uygulamalarına da karşıyım . Sendikaların ortak olarak ilişkilendirdiği ya da ücretsiz kişilerin doğrudan işveren desteği arayışıyla destekledikleri organizasyonları tanımak ve dahil olmak zorunluluğa değil gönüllüğe bağlı olmalıdır. Zorunlu tahkim veya sendikalarla karşılıklı pazarlık yükümlülükleri, bireysel sözleşme hukukunu komüniter baskı ve hükümet müdahalelerine karşı savunmasız bıraktığından, toplu pazarlıklara karşıyım .
2.8 Eğitim
Eğitim için en iyi seçenek olan daha fazla çeşitlilik, daha fazla kalite , hesap verebilirlik ve verimlilik , ancak, serbest piyasa tarafından sağlanabilir . Bu; eğitime, hükümet müdahalesi olmadan , çocuklarının eğitimindeki seçimleri belirlemek için velilere yetki geri verilerek , çocukların eğitimini bir ebeveyn sorumluluğu olarak kabul etmekle olur . Ebeveynler, çocuklarının eğitimi için harcanan tüm fonlar için tek sorumluluk sahibidirler.
2.9 Sağlık
Serbest piyasanın işlerliği, sağlık sisteminin canlandırılması lehinedir. Gönüllü sağlık sigortası düzeyini belirlemek için bireylerin özgür seçim hakkı, istedikleri sağlık düzeyini , istedikleri personeli ,ilaçları ve tedavileri kullanmak ve  tıbbi bakımı diğer tüm yönleriyle, tanımak – yaşam sonu  kararları da dahil olmak üzere- özgür tercihe bırakılmalıdır . İnsanlar devlet hatları üzerinden sağlık sigortası satın almak için zorlanmamalıdır.
2.10 Emeklilik ve Gelir Güvenliği
Emeklilik planları çoğu zaman hala bireylerin değil, hükümetin sorumluluğundadır . Mevcut devlet destekli Sosyal Güvenlik sisteminden, özel gönüllü sisteme geçiş aşamalı olacaktır. Yoksullar için sosyal güvenlik desteğine uygun ve en etkili kaynak özel grupların ve bireylerin ‘gönüllü’ çabalarıdır ve hükümetin vergi kesintileri zorlamasından arındırılmalıdır. Toplumun daha hayırsever üyelerinin çabalarıyla, hükümetlerin bu alanda faaliyetleri ne kadar azaltılırsa, sivil toplum ve bireylerin rekabet içinde yaşama tutunma hırsı o denli güçlendirilecektir.
3.0 Özgürlüğü Güvenceye Almak
Liberter bir siyasi sistemde, bireysel hakların korunması, hükümetin tek doğru amacıdır. Hükümet tek başına bireysel hakların ihlalini önlemek amacıyla gerçekleştireceği uygulamalarda anayasa ile sınırlıdır. Güç kullanımının ‘başlatılmaması’ ilkesi hükümetler  arasındaki olumsuz ilişkileri yönlendirebilecek kontrol mekanizmasıdır.
3.1 Milli Savunma
Biz saldırıya karşı ülkenin bütünlüğünü savunmak için yeterli bir askeri destek minimal seviyede tutulmalı, cephe ittifakları önlenmeli ve dünya için polis olarak hareket etme girişimleri terk edilmelidir. Zorunlu askerlik hizmeti bir biçimde kaldırılmalıdır.
3.2 İç Güvenlik ve Bireysel Haklar

Ülkenin savunma algısındaki tehditlere karşı ancak minimal yeterli seviyede bir istihbarat birimi hazır bulundurulmalıdır. Bu gereklilik, öncelikle, vatandaşların sivil özgürlüklerinin korunmasına odaklı olmalıdır . Haklar Anayasası savaş zamanlarında bile askıya alınmayacaktır .Milletin meşru güvenliğini korumak için istihbarat örgütlerinin arama ve gözetim faaliyetleri, tam şeffaflığa tabi olmalıdır. Hükümet eğer bizzat yasaları ihlal ediyorsa kamuyu bu konuda bilgili tutmak için gizli sınıflandırmayacak istihbarat birimleri hükümetlerden bir şekilde bağımsızlaştırılmalıdır.
3.3 Uluslararası İlişkiler
Dış politikada dünya ile barışık bir ülke hedef alınmalıdır. Dış politikada dış saldırılara karşı savunmayı vurgulamak yerine yabancı karışıklıklara taraf olmaktan kaçınarak barış olasılığını artırmak gerekir. Askeri ve ekonomik yardım da dahil olmak üzere dış müdahale yönündeki, mevcut  hükümet politikalarına son verilecektir. Zulme karşı, müdahillerin kendilerini ve haklarını savunmaları adına insan haklarını tanımak bölgemizde barışın temelidir. Ne olursa olsun saldırgan eylemler ister hükümetlerden veya isterse siyasi ya da devrimci gruplar tarafından gelsin, masumlara karşı, güç kullanımı ve özellikle terör kullanımını kınıyor fakat birincil müdahil olma fikir ve eyleminden de kaçınılması gerektiğini savunuyorum .
3.4 Serbest Ticaret ve Göç
Serbest ticaret için hükümet engellerinin her türlüsünün ortadan kaldırılmasını destekliyorum. Bireylerin  siyasi sınırları geçişinin hükümetler tarafından kontrol altında tutulması gerekli değildir. Ayrıca, zulüm sebebiyle siyasi özgürlük ve iltica talepleri, ekonomik özgürlük, ulusal sınırların ötesinde kullanılabiliyorsa, mali sermaye karşılığında, güvenlik, sağlık veya mülkiyet haklarına tehdit oluşturmadığı ölçüde yabancı uyrukluların ülkemize girişlerindeki aşırı kontroller kaldırılmalıdır.
3.5 Hakları ve Ayrımcılık
Liberterler, tüm insanların bazı doğal haklara doğuştan sahip oldukları kavramını benimserler. Doğal bir hakkı, hiç yerine getirmeme kararı kadar, başkalarına bir yükümlülük empoze etme fikrini reddetmek de "doğru’’ bir yaklaşımdır. Bunun ötesinde, her türlü akıldışılığı ve bağnazlığı kınıyorum. Hükümetlerse; cinsiyet, zenginlik , etnik köken , inanç , yaş , ulusal köken , kişisel alışkanlıklar , siyasi tercih veya cinsel yönelime dayalı herhangi bir bireyin insan haklarını inkar politikasına dayanıyorsa desteği ne olursa olsun meşru kabul edilemez. Anne-babalar, ya da diğer veliler , kendi standartları ve inançlarına göre kendi çocuklarını yetiştirme hakkına sahiptir . Ancak, bu ifade çocuk istismarı veya ihmaline göz yummak anlamına gelmez .
3.6 Temsili Hükümet
Gelişecek yeni anayasal süreçte, federal, eyalet ve yerel düzeyde seçmenlerin daha çok demokratik basamakta temsilcilerini doğrudan seçecekleri seçim sistemlerini destekliyorum . Özel gönüllü gruplar olarak , siyasi partilerin aday işlemleri için , programları ölçüsünde sözleşmelerle kendi kurallarını uygulamaları için izin verilmelidir . Aday ya da partilerin ve seçim kampanyalarının gönüllü finansmanını kısıtlayan tüm yasalarının yürürlükten kaldırılması ve herhangi bir vergi – sübvansiyon yöntemiyle iktidar ya da çoğunluk gurupların finansmanına dayanan desteklere son verilmelidir. Etkin bir şekilde tüm yasal alternatifler dikkate alındığında, alternatif adayların hakları ve partiler haricinde oya erişim, seçim hileleri ve seçmen guruplarını kollayan seçim bölgeleri uygulamaları, ve adaylık ve oy kullanma özgürlüğüne kamusal kısıt ve engellere karşıyım. Hükümetin seçim sistemi üzerindeki yönlendirme ve muhtemel kollama hileleri bireylerin demokratik ve yasal denetimine açık kalmalıdır.
3.7 Kendi Kaderini Tayin
Hükümet herhangi bir bireysel özgürlük yıkıcı olduğu zaman, diğerlerinin özgürlüğünü korumak adına birilerinin özgürlüklerini değiştirmek veya ortadan kaldırmak noktasına geldiyse, özgürlükleri ellerinden alınanlar için yeni yönetimi kabul etmemek ve kendi kaderini tayin de bir hakdır .
4.0 Haricen
Herhangi bir diğer kanun, yönetmelik, kararname, yönerge, ferman, kontrol, düzenleyici kurum, faaliyet, ya da entrika hakkındaki sessizlik, bunların onayını ima etmek olarak ele alınmamalıdır.
İletişim:
Cep: 0-530-9283959
Web: liberalpolitika.blogspot.com
İngilizce Özgeçmiş: http://en.wikipedia.org/wiki/User:Yarpuzlu
Facebook Arkadaşlık Sayfası: http://www.facebook.com/aysegul.yarpuzlu
Skype:aysegul.yarpuzlu

18 Aralık 2013 Çarşamba

HASAN KORKMAZCAN'A YSK'DAN CEVAP GELDİ

YSK Başkanı Sadi Güven:
Suriyeli Sığınmacılar Oy Kullanamaz
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven, Suriyeli sığınmacıların önümüzdeki yerel seçimlerde oy kullanmasının mümkün olmadığını söyledi.
Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven, Suriyeli sığınmacıların önümüzdeki yerel seçimlerde oy kullanmasının mümkün olmadığını söyledi. Güven, “Türkiye’de 6 ay ikamet eden yabancılara kimlik verilmektedir ancak bu kimliklerin numaralarının başında 99 rakamı bulunmaktadır. Dolayısıyla sistem otomatik olarak bu kişilerin oy kullanmasını engeller.” dedi.
YSK Başkanı Sadi Güven, Okan Üniversitesi’nin düzenlediği bir konferansa katıldı. ‘Yüksek Seçim Kurulu ve Türkiye’de Seçimler’ konulu konferansta konuşan Sadi Güven, seçim güvenliğine ilişkin açıklamalarda bulundu. Suriyeli sığınmacıların önümüzdeki yerel seçimlerde oy kullanıp kullanamayacaklarına da değinen Güven, böyle bir durumun mümkün olmadığını belirtti. Güven, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes seçimlerde oy kullanacak. Suriyeli sığınmacılar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil, 6 ay ikamet edene kimlik veriliyor. 6 aydan fazla oturan kişilere bir kimlik numarası ve kimlik veriliyor. Bu kimliğin bizim kimliklerle farkı, başlarında 99 rakamı bulunuyor. TC kimlik no’sunu sistem otomatik olarak reddediyor. Bu kişiler oy kullanamaz. Türkiye ikamet eden Suriyeli sığınmacıların kesinlikle oy kullanmaları mümkün değil.” ifadelerini kullandı.
‘BAKANLARIN İSTİFA ETMESİNİ GEREKTİRECEK YASAL DÜZENLEME YOK’
HASAN KORKMAZCAN 
Belediye başkanlıklarına aday gösterilen bakanlarının istifa edip etmemeleri gerektiğine ilişkin de açıklamalarda bulunan Güven, Anayasa’da ve yasalarda buna ilişkin bir düzenleme olmadığını kaydetti. Temel hak ve özgürlükler açısından bakanların istifasının gereksiz olduğunu anlatan Güven, sözlerini şöyle sürdürdü: “Milletvekilleri, belediye başkanları, il genel meclisi, belediye meclisi üyeleri, muhtarlar mahalli seçimlerinde adaylıklarını koyabilmek için istifa etmek zorunda değiller. Hakimler ve savcılar, yüksek yargı mensupları, YÖK’teki öğretim elemanları, RTÜK üyeleri, kamu kurum kuruluşlarında memur sıfatındakiler istifa eder ancak burada bakanlar yok. Anayasa’nın 114. Maddesi TBMM genel seçimlerinden önce sadece ‘Adalet, Ulaştırma ve İçişleri Bakanı istifa eder’ diyor. Yasa koyucu irade mahalli seçimleri unutmuş olabilir mi? Böyle bir irade var mı? İstifa etmeleri yönünde karar olursa gelecek seçimlerde tüm bakanların istifa etmesi gerekir. Bakanların istifa etmelerini gerektirecek bir yasal düzenleme yok. Temel hak ve hürriyetleri kısıtlama gibi bir hakkım yok. Anayasa ve yasalarda bakanların seçimlerde istifasını gerektiren düzenleme olmadığından böyle bir karar verdik.”
'ASKI LİSTELERİ 10 OCAK'TA ASILACAK'
Askı listelerinin 10 Ocak tarihinde askıya çıkacağını belirten Güven, şehir dışındaki öğrencilerin oy kullanmasının da mümkün olduğunu anlattı. Güven, “O tarihten itibaren de 23 Ocak akşamına kadar kayıt yaptıracaksınız. Önce üniversiteden belge alacaksınız. Yurt müdürlüklerinden de belge alacaksınız. İlgili nüfus müdürlüğüne giderek adres değiştirdiğinizi bildireceksiniz. Asıl adrese uygun belge verilecek ve ilçe seçim kuruluna teslim ettiğinizde kayda uygun görülünce onaylanıp oy kullanacaksınız.” şeklinde konuştu.
Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde yurt dışındaki vatandaşların oy kullanması için düzenleme yaptıklarını kaydeden Güven, şunları söyledi: “Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Türkiye dışındaki vatandaşlara, oralara sandık koymak suretiyle oy kullandıracağız. 187 temsilcilikte sandık kurmak suretiyle oy kullandıracağız. Daha sonra oyları buraya transfer ettireceğiz. Tabi bir hafta önce yapacağız seçimi ve oyları buraya getireceğiz.”

CİHAN-17 Aralık 2013, Salı

16 Aralık 2013 Pazartesi

HASAN KORKMAZCAN: "SEÇİM GÜVENLİĞİ MERKEZİ KURULMALI"

ANAYURT // 16 ARALIK 2013 - MANŞET
Ana Sayfa
Seçim güvenliği merkezi kurulmalı
Seçim güvenliği merkezi kurulmalı
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
ONURSAL BAŞKANI VE 4 DÖNEM DENİZLİ MİLLETVEKİLİ; HASAN KORKMAZCAN
Korkmazcan, seçim sürecinin etik ilkelere uygunluğunun sandık meşruiyetinin temeli olduğunu belirterek seçim güvenliği konusunda uyarılarda bulundu.
16 Aralık 2013 Pazartesi 
ANKARA- TBMM eski Başkanvekili Hasan Korkmazcan” Seçimlere şüphe düşmesin. önce sandığa giden yola bakalım”dedi. 
Türk Parlamenterler Birliği Eski Başkanı ve Merkez Sağ’ın önemli ismi Korkmazcan seçim süreci ve seçim güvenliği konularında AKP ve YSK’yı uyardı. 
TBMM E. Başkanvekili Hasan Korkmazcan yerel seçimler öncesinde kampanya süreçlerine ilişkin açıklamalar yaptı. 
Korkmazcan sözlerini şöyle sürdürdü: 
“Seçim sürecinin demokratik ve etik ilkelere uygunluğu sandık meşruiyetinin temelidir. Sandığa giden yoldaki yasalara, ahlaka ve demokratik geleneklere bağlılık seçim sonrası huzurun ön koşuludur. Başlayan seçim kampanyalarında ortaya çıkan ilk belirtiler kaygılara yol açmaktadır. 
Nüfus kayıt sistemi, seçmen kütükleri, seçim bölgelerinin belirlenmesindeki hukuksuz düzenleme ve uygulamalar güvenilirlik kaybı oluşturmuştur. 
Seçim süreçlerinin fiilen yargı denetimi dışına çıkarılması ve yargı bağımsızlık ve tarafsızlığının esasen tartışılır halde olması sandık yolunu gölgelemektedir. 
YSK’nın seçime katılacak bakanların istifası konusundaki kararı güvensizliği büyütmüştür. Anayasaya göre aday olmadıkları seçimlerde bile istifaları öngörülen iki bakanın aday gösterilmesi masum bir kriter ihlali olarak değerlendirilmemektedir. 
İktidar Mart yerel seçimleri kampanyasını fiilen başlatmıştır. 
Bu kampanyada devletin bütün erk, kurum ve personeline her türlü kuralsızlığı göze alarak yürütülecek bir ‘seçim seferberlik görevi’ verildiği anlaşılmaktadır. 
Önümüzdeki seçim yolu kaynakların bulanık, kullanımın sınırsız, denetimin kuralsız kılındığı ve serbest rekabetin baskılandığı karanlık bir tünele dönüştürülmektedir. Sanki tanıtım yüzü iktidar partisi başkanı olan bir reklam filmi devletin bütün sahnelerine, perdelerine ve ekranlara dayatılmaktadır. 
Korkmazcan “Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde seçimler güvenli yapılamayabilir. Günümüzde devlet yönetiminde Anayasa ve yasalar yerine ‘süreç kuralsızlığı’ yürürlüktedir. 
Terörle müzakere gibi tamamı örgütlü suçlar zinciri oluşturan uygulamalar bazı bölgelerimizde serbest seçim koşullarını ortadan kaldırmıştır. 
Bu çevrelerde seçim değil, terörle programlanmış koalisyonun güç paylaşımı yapılabilir. Bütün seçim çevrelerinde düşünce, ifade, seyahat, propaganda, siyasi örgütlenme, siyasi faaliyet, basın yayın özgürlükleri ve can güvenliği sağlanması şarttır. 
Seçim harcamaları şeffaf, eşit ve denetlenebilir duruma getirilmelidir. Kamu imkân ve kaynaklarının suç olan kullanımı derhal durdurulmalıdır. Devlet-parti ilişkileri demokratik düzleme çekilmelidir. 
Kural ve kurumlar, demokratik siyasi iktidarların zırhıdır. Zırhı çıkarıp hukuku keyfilikle, ahlakı sınırsız çıkarcılıkla değiştirirseniz korumasız kalırsınız. Böyle yöntemler uygulayanları bodyguardlık ve lejyonlara muhtaç eder. 
Demokrasinin daha fazla kan kaybetmemesi için milli iradenin ‘sahibi hakikisi’ olan vatandaşlarımızın bir Milli Seçim Güvenliği Merkezini kurarak sandık birimlerine kadar örgütlemesi gerekmektedir.” dedi.

1 Ekim 2013 Salı

demokratikleşme paketi ve yankıları, 30 eylül 2013

DEMOKRATİKLEŞME PAKETİ TAM METİN
Basın Toplantısı; 30 Eylül 2013, Ankara – 12:59
Bizleri ekranları başında izleyen aziz milletim,
Çeşitli dillere yapılan tercüme yoluyla ulaştığımız, dünya üzerindeki sevgili Türkiye dostları, değerli kardeşlerim,
Sesimizi Türkiye’ye ve dünyaya duyuran, medyamızın çok değerli mensupları,
Değerli çalışma arkadaşlarım,
Hanımefendiler, beyefendiler…
Sizleri en kalbi muhabbetlerimle selamlıyor; birazdan Türkiye’ye ve dünyaya ilan edeceğimiz demokratikleşme paketinin, ülkemiz, milletimiz, bölgemiz; ekonomimiz ve demokrasimiz; en önemlisi de birliğimiz ve kardeşliğimiz için hayırlara vesile olmasını Allah’tan niyaz ediyorum.
Konuşmamın hemen başında, bu paketin oluşumuna katkı sağlayan çalışma arkadaşlarıma, ilgili kurum ve kuruluşlarımıza şükranlarımı ifade etmek istiyorum.
3 Kasım 2002 seçimlerinde ve sonraki her seçimde bizi destekleyen, bu 11 yıllık reform sürecinin bizzat sahibi olan, reform kararlılığımızı her daim diri tutan ve muhafaza eden aziz milletimize, konuşmamın en başında teşekkür ediyorum.
Gazi Mustafa Kemal’den, bir Demokrasi Şehidi olarak gönüllerde silinmez yer edinen merhum Adnan Menderes’e; değişim sevdalısı merhum Turgut Özal’dan, bütün bir ömrünü Türkiye’nin özgürleşmesine adamış merhum Erbakan’a kadar; Türkiye’nin büyümesi, kalkınması, demokratikleşmesi ve özgürleşmesi için mücadele vermiş herkese buradan milletçe minnettarlığımızı ifade ediyorum.
Özellikle, 3 Kasım 2002 seçimleriyle oluşan, 11 yıl boyunca da, aynı istikamet doğrultusunda fedakârca görev yapan, milli iradeyi en güçlü şekilde savunup, milletin talepleri doğrultusunda çalışan Meclis’imize, değerli milletvekillerimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Şu an görevde bulunan, ya da 11 yıl içinde çeşitli görevlerde bulunmuş, Türkiye’nin reformlarına katkılar sağlamış, Türkiye’nin demokratikleşmesi için çalışmış herkese huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
Birazdan açıklayacağımız paket, elbette 11 yıllık uzun soluklu bir sürecin sadece bir safhasıdır.
Bu uzun soluklu sürecin bu safhasında, bu paketin hazırlanmasında emeği geçen Başbakan Yardımcılarımıza, Bakanlarımıza, Genel Başkan Yardımcılarımıza, Milletvekillerimize, bürokratlarımıza ve tüm kurumlarımıza da şükranlarımı ifade ediyorum.
Türkiye’nin, terörle mücadele kadar, demokratikleşme hafızasını da kaydeden ve değerlendiren, bu paketin oluşumunda koordinasyon görevi yapan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığımıza ayrıca teşekkür ediyorum.
Türkiye için gerçekten tarihi bir anı yaşarken, özellikle teşekkürü hak eden, özellikle şükran ve minnet ifadelerimizi hak eden bir kesim var…
Tarih sahnesine çıktığımız andan bugüne kadar, hürriyet ve istiklalimiz için sayısız şehitler verdik.
Her bir şehidimiz, fedakârca ve kahramanca canını ortaya koyarken, arkasında kalan ülkesinin ve milletinin, huzur, hürriyet ve istiklal içinde yaşamasını arzu ediyordu.
Bugün biz, bu demokratikleşme paketini açıklarken, aslında, işte tüm o şehitlerimizin de arzularını bir kez daha yerine getiriyoruz.
Terörün son bulması, akan kanın durması, gözyaşlarının dinmesi öncelikli olarak şehit ailelerinin, şehit yakınlarının arzu ve temennisidir.
İç barışımızı güçlendirecek, toplumsal birlik ve bütünlüğümüzü, geliştirecek, huzurumuzu tahkim edecek her adım, milletimizin en büyük temennisidir.
Bu demokratikleşme paketiyle, Türkiye’nin istiklalini güçlendiriyor, özgürlük alanını daha da genişletiyor, ufkunu daha da açıyor ve umudunu daha da çoğaltıyoruz.
En önemlisi de, bu paketle, şehitlerimizin uğruna can verdikleri milletimizin, birliğini, kardeşliğini, dayanışmasını daha da pekiştiriyoruz.
Böylece vasiyetlerini yerine getirdiğimiz tüm şehitlerimizi, bu anlamlı günde bir kez daha rahmetle ve minnetle yad ediyor; Allah Onlardan razı olsun, mekanları inşallah Cennet olsun diye dua ediyoruz.
Aziz milletim,
Çok değerli dostlarım, değerli kardeşlerim…
Evet, bugün ülkemiz ve milletimiz açısından tarihi bir anı yaşıyor, çok önemli bir aşamaya geçiyor, Türkiye’yi daha da büyütmek için önemli adımları atıyoruz.
Burada şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum…
Bugün açıklayacağımız demokratikleşme paketi, bir ilk değildir, bir son da olmayacaktır.
Bu paket bir İlk değildir… Zira Cumhuriyetimizin banisi Atatürk’ün devrim niteliğindeki adımları Türkiye’yi her yönden ileri standartlara ulaştırmayı, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmayı hedeflemiştir.
1950’de başlayan demokratikleşme tarihimiz boyunca da nice önemli adımlar atılmış, nice cesur reformlar gerçekleştirilmiştir.
Özellikle, 3 Kasım 2002 seçimleriyle oluşan parlamento ve işbaşına gelen Hükümetimiz, 11 yıllık süreç içinde çok önemli reformlar gerçekleştirmiş, demokratikleşme yolunda çok cesur adımlar atmıştır.
Bugün açıklayacağımız paket, Türkiye’nin demokratikleşme tarihinin, özellikle de son 11 yıllık sürecin tabii bir sonucudur.
Bu paket, bir son da değildir… Zira insanoğlu var oldukça değişim ve tekâmül devam edecek, şartlar değiştikçe yeni ihtiyaçlar ortaya çıkacaktır.
Dahası, Türkiye, demokratikleşme sürecinde yaşanan kesintiler nedeniyle, bugünlere ayağında prangalarla, zincirlerle, ağırlıklarla ulaşmıştır.
Açıklayacağımız paket, elbette Türkiye’yi bütün prangalarından kurtaracak, bütün tortuları temizleyecek bir paket değildir; ancak, bu istikamette, bu hedef doğrultusunda çok önemli bir aşamadır, nihai hedefe ulaşmak için de çok önemli bir eşik noktası olacaktır.
11 yıl boyunca, nasıl ki yaptığımız reformları bir son nokta olarak görmediysek, bugün açıklayacağımız ve başlatacağımız reformları da bir son nokta olarak asla görmüyoruz.
Türkiye değiştikçe, şartlar iyileştikçe ve olgunlaştıkça, dirençler ortadan kalktıkça; siyaset, bir hak arama yöntemi olarak, bir sorun çözme yöntemi olarak daha fazla güç kazandıkça, yeni reformlar, yeni hak ve özgürlükler Türkiye gündeminde kaçınılmaz olarak yerini alacaktır.
Milletim de, sizler de takdir edersiniz ki, Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük ihtiyaçlarına, bir kerede ve bütün zamanlar için cevap verecek bir paket talebi, makul ve rasyonel bir beklenti olamaz.
Böyle bir beklentinin, siyasetin ve toplumun tabiatıyla çelişeceği açıktır.
Bunu ben geçtiğimiz haftalarda da ifade ettim…
Gönül isterdi ki, 11 yıl önce, Hükümet görevini devraldığımız gün, bir tek paketle tüm yasakları kaldıralım, tüm kısıtlamalara son verelim, bütün özgürlüklerin önünü açalım…
Ancak, Türkiye siyasetinin buna müsait olmadığını aziz milletim çok iyi gördü ve görüyor.
Çözüm, demokrasi, hak ve özgürlükler, barış kavramlarını dillerinden düşürmeyen parti ve siyasetçilerin, 11 yıl boyunca bu kavramlar karşısında, değişim karşısında nasıl bir direnç oluşturduklarını milletim gördü, yaşadı ve bugün de görüyor, yaşıyor.
Çözümsüzlüğün bir siyaset tarzına dönüştüğü; siyasetin, çözüm değil, çözümsüzlük arayışı içinde üretildiği bir siyasi ortamda, reform yapmak son derece zordur.
Biz, 11 yıl boyunca işte bu zora rağmen, bu dirence rağmen reformlar yaptık.
Sadece siyaset, sadece muhalefet değil; Anayasadan yasalara, bürokrasiden sivil topluma, medyadan iş dünyasına, devletin koridorlarına sirayet etmiş çetelerden, uluslararası tertiplere kadar, çok geniş bir yelpazede karşımıza çıkan çok büyük dirençlere rağmen, biz cesaretle reform süreçlerine sahip çıktık.
Darbe senaryolarına, tertiplere rağmen kararımızdan vazgeçmedik.
Partimizi kapatma tehditlerine rağmen yolumuzdan dönmedik.
Tahriklere, kanlı provokasyonlara rağmen değişim iradesinden geri adım atmadık.
Partimize yönelik doğrudan terör eylemlerine rağmen, tehditlere rağmen biz boynumuzu eğmedik.
Milli iradeye, sandığa, demokrasiye yönelik her türlü saldırıya, her türlü kışkırtmaya rağmen, milli iradeden, sandıktan ve demokrasiden taviz vermedik.
Millet bize bir emanet yükledi, biz de bu emanetin hakkını vermek, bu emanetin gereğini yerine getirmek için cesaretle, kararlılıkla, dimdik durarak, aldanmayarak ve aldatmayarak, Türkiye’yi bu seviyelere taşıdık, Türkiye’ye gerçekten büyük başarılar yaşattık.
Çok açık söylüyorum, demokratikleşme paketleri milletimizin yüzünü güldürür, darbecilerin uykusunu kaçırır.
Reformlar, özgürlüğe susayan toplum kesimlerini sevindirir, milletin iradesine musallat olan baskıcı, ceberrut vesayetçi odakları rahatsız eder.
İleri demokrasiye doğru attığımız her adım, mağdur ve mazlum kesimleri mutlu eder, tek tipçi seçkincileri, yasakçı zihniyetleri tedirgin eder.
Biz, milletimizi memnun edecek, razı edecek, mutlu edecek, sevindirecek ne varsa onu yapmaya devam edeceğiz.
Tekrar ediyorum: Bu bir son değildir, bir nihayet değildir, bir son nokta asla değildir.
Türkiye, artık geri döndürülemez biçimde demokrasi istikametinde ilerlemektedir.
Bu paket, işte bu ilerleyişin çok mühim, tarihi bir aşamasıdır.
Bundan sonra da hak ve özgürlük talepleri olacaktır, bundan sonra da demokrasimizin daha da derinleştirilmesi için tartışmalar yaşanacaktır.
Esas olan, hak ve özgürlük taleplerinin, altını çiziyorum, siyasi bir zeminde, demokratik bir kültürle dile getirilebiliyor ve muhatap bulabiliyor olmasıdır.
Esas olan, hak ve özgürlük taleplerinin, şiddetin, silahın dışlandığı bir ortamda, siyasetin meşru araçlarıyla dillendirilmesi ve mücadelenin de siyasi zeminde verilmesidir.
Hiçbir silah, hiçbir şiddet gösterisi, meşru-demokratik bir hak talebinin yerini tutamaz, onun kadar güçlü olamaz.
Yumruklar sıkılıysa, musafaha, ellerin birleşmesi mümkün olamaz.
Gönüller kapalıysa, kalpler birbirine karşı kaskatı kesilmişse, oradan gönül birlikteliği çıkmaz.
Fikirler değil, silahlar konuşuyorsa, oradan çözüm sadır olmaz.
11 yıl boyunca, bütün gayemiz, o sıkılı yumrukları çözmek, o kaskatı kesilmiş kalpleri yumuşatmak, silahların konuşmasını önleyip, fikirlerin konuşmasını sağlamak yönünde olmuştur.
11 yıl boyunca, siyaseti, siyasetin zeminini, siyasetin sorun çözme kabiliyetini güçlendirmek için yoğun gayret sarf ettik.
Sorunları siyaset kurumu çözecekse elbette halkla beraber çözecektir.
Toplumsal kabul, toplumsal destek her türlü demokratik adımın enerji kaynağını oluşturur.
Biz, ne yaptıysak milletimizle birlikte yaptık, milletimizin desteğini alarak yaptık.
Oturdukları yerden ahkâm keserek ileri vaatlerde bulunanlar öncelikle halkın hissiyatını, halkın kabul ve rızasını sağlamak durumundadır.
Nasıl halka rağmen düzen kurmaya çalışanlar başarılı olamadıysa, halka rağmen ileri adımlar atmak da mümkün değildir.
Tek tipçi rejim de, özgürlükçü rejim de halka rağmen tesis edilemez.
İşte bu yüzden biz demokratikleşmeyi halkımızla birlikte gerçekleştirmenin gayreti içindeyiz.
Hatırlarsanız 2002 sonunda Avrupa Birliği turlarına çıkarken en çok vurgu yaptığımız konu, demokratikleşmenin bir zihniyet değişimini gerektirdiğiydi.
Bu zihniyet değişimini hep birlikte başardığımız ölçüde daha ileri hedeflere ulaşabiliriz.
Bu paket, Türkiye’nin ulaştığı seviyenin bir tezahürüdür.
Artık Türkiye’de, kimlik dayatan, makbul vatandaşı tanımlayan, vatandaşlarının kökeniyle, inancıyla, dünya görüşüyle uğraşan bir devlet yoktur.
Artık Türkiye’de, vatandaşının ihtiyaçlarına, taleplerine, çığlığına, feryadına kulak tıkayan, vatandaşını asimile eden, taleplerini reddeden, ihtiyaçlarını inkâr eden bir devlet anlayışı yoktur.
Bu ülkede artık, kamu alanını otoriterleştiren, bu alanı, kendi tanımladığı makbul vatandaşa benzemeyenlere cehennem haline getiren bir devlet anlayışı yoktur.
“İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın…”
Türkiye’de devlet, işte bu anlayışa dönmüştür, yani özüne, aslına rücu etmiştir.
Son 11 yılda, hukuk ve demokrasi alanında yaşadığımız “Sessiz Devrim”le birlikte, yukarıdan dayatmacı, buyurgan, ceberrut, kibirli bir devlet ve siyaset anlayışı, artık tarihin çöp sepetinde yerini almıştır.
Bugün Türkiye’de, insanıyla, vatandaşıyla var olan, insanı için var olan, bütün vatandaşlarına karşı aynı mesafede duran bir devlet anlayışı vardır.
Meşruiyetin kaynağı artık millettir.
Türkiye’de, hem ilke olarak, hem teorik, hem de pratik olarak, söz, yetki ve karar, artık millettedir.
Aziz milletim, 
Değerli katılımcılar…
Türkiye’de demokrasiye, çok partili sisteme, sancılı bir sürecin sonunda, 1950 yılında geçilebilmiştir.
Bu dönemde Türkiye, her bakımdan adeta tıkır tıkır işleyen bir saat iken, 1960 müdahalesiyle bu saatin zembereği kırılmış, bu saat durdurulmuştur.
Milletin ihtiyaçları, talepleri, değerleri, 1960 müdahalesiyle çok ağır bir baskı altına alınmıştır.
27 Mayıs’ın o kara gölgesi, ne yazık ki, bugün bile Türkiye’nin üzerindedir.
Anayasasının birçok maddesiyle, birçok yasalarıyla, kurumlarıyla, 27 Mayıs yaşatılmak istenmektedir.
Ne yazık ki, 27 Mayıs’la şekillenmiş bir siyaset, devlet, bürokrasi, medya, üniversite, sivil toplum anlayışı, bugün bile belli alanlarda, çeşitli biçimlerde varlığını idame ettirmektedir.
Esasen, Türkiye’de değişimin önündeki en büyük engel, açık açık ifade ediyorum, 27 Mayıs’ın o karanlık gölgesidir, 27 Mayıs’ın bugün bile çeşitli kesimlerce yaşatılan zihniyetidir.
Başta Anayasada ve siyasette olmak üzere, bu zihniyet değişmediği müddetçe, Türkiye’de değişim zor olmaya, meşakkatli olmaya devam edecektir.
Ancak, saati durdurulsa da, zembereği parçalansa da, Türkiye’de millet, zamanın ruhunu kavramayı her zaman başarmış; millet, devletin, bürokrasinin, hatta siyasetin önünde ilerlemiştir.
Milletimiz her yeniliğe açık olmuş, yeniliklere çok hızlı ayak uydurmuş, hatta devleti ve siyaseti dönüştüren de bizzat milletin kendisi olmuştur.
Şimdi, şu andan itibaren, bu paketin açıklandığı andan itibaren, aynı zihniyetin, 27 Mayıs refleksleriyle, malum korkuları canlandırmaya çalışacağına hiç ama hiç kuşku yoktur.
Sarf edilecek cümleleri tahmin etmek bile hiç güç değil…
11 yıl boyunca, attığımız her adımda, yaptığımız her reformda söylenenler, şu andan itibaren yine ezberden dile getirilecek.
11 yıl boyunca, her reformla birlikte, “Türkiye bölünüyor, parçalanıyor, dağılıyor” iddiasını dile getirdiler, göreceksiniz bunları bugün de aynı şeyleri söyleyecekler.
11 yıl boyunca, her reformdan sonra milleti korkuttular, göreceksiniz bugünden itibaren de korkutmaya çalışacaklar.
11 yıl boyunca değişimden her zaman ürktüler, çekindiler, değişimin hep karşısında durdular, göreceksiniz bugünden itibaren de değişimin karşısında duvar olmayı sürdürecekler.
Ama biz 11 yıl boyunca, 27 Mayıs zihniyetinin, statükonun, çözümsüzlükten beslenme siyasetinin milletin taleplerinin önüne geçmesine izin vermedik, bugün de izin vermeyeceğiz.
Muhalefet, artık dilini, üslubunu, en önemlisi de siyaset yapma tarzını değiştirmek, millete ayak uydurmak, büyüyen Türkiye vizyonuna göre hareket etmek zorundadır.
Türkiye 2013 yılını yaşarken, 1960’da durdurulan saate kilitlenip kalmak, muhalefet adına, demokrasimiz adına, Türkiye adına bir talihsizliktir.
Ben bunu defalarca ifade ettim…
İstiklal Marşı’mızın ilk kelimesi, “KORKMA” diyor…
Korkaklar, zafer anıtı dikemezler…
Değişimden, yeniliklerden, ileri standartlardan korkanlar, bir milim dahi ilerleme kaydedemezler.
Siyasetlerini korku üzerine, korkutmak üzerine kuranlar, değişimin karşısında ayakta duramaz, varlıklarını idame ettiremezler.
Türkiye’nin bölünme, parçalanma, gerileme diye bir meselesi asla yoktur, ama Türkiye’nin muhalefet diye bir sorunu vardır.
Türkiye’nin kendisi hiçbir politika, hiçbir proje üretmeyen, sadece yapılana, yapılmak istenene karşı çıkan bir muhalefet anlayışıyla yoluna devam etmesi fevkalade zordur.
Kendi hatasını, kendi eksiğini görmeyen, sorgulamayan muhalefetin, adeta milleti suçlar hale geldiğini görüyoruz.
Muhalefetin, artık bu korku söylemini, korkutma üslubunu bir kenara bırakması, hem değişmesi, hem de değişimin önünde engel olmaktan çıkması gerekiyor.
Yeni Türkiye’ye, Büyük Türkiye’ye, Büyük Türkiye vizyonuna yakışan bir muhalefet, Türkiye’nin hakkıdır ve bu artık ertelenemez bir ihtiyaç halini almıştır.
Diğer taraftan, bir başka zihniyetin, daha şimdiden, daha paket açıklanmadan, “Dağ Fare Doğurdu” bahanesini hazırladığını tahmin edebiliyorum.
Paketten, insanoğluna ölümsüzlük iksiri bekleyenler, irrasyonel bir beklentinin içindedirler, abartılı bir bekleyişin içindedirler ve kuşkusuz hayal kırıklığına uğrayacaklardır.
Bugüne kadar taş üzerine taş koymayıp sadece bizi taşa tutanlar, bundan sonra da yapılanları tezyif etmeyi, küçük göstermeye çalışmayı sürdüreceklerdir.
Sorundan beslenenlerin ileri çözüm lafları etmeleri sadece çözümsüzlük çağrısıdır.
11 yıldır yaptığımız hiçbir reforma destek olmayan, sadece gerilim üreten bu zihniyetin, bugünkü reformları alkışlamasını da beklemiyoruz.
Biz, yüzümüzü millete çevirdik, sadece ve sadece milletimizin hissiyatını ölçü olarak alıyoruz.
Bu paketin kıymetini en iyi, bu işin dertlisi olanlar, yüreği yananlar, ocağına ateş düşenler bilir…
Bu paket, acıların tedavisi, özellikle, ölümlerin son bulması, akan kanın durması, akan gözyaşlarının dinmesi noktasında son derece önemli bir adımdır.
Bu paket, bir istikamet çizmektedir, bir kapı aralamaktadır.
Bu paket, 11 yıl önce hayali dahi kurulamayan, telaffuzu dahi yasak olan hak ve özgürlükleri getiren bir pakettir.
Yine tekrar ediyorum: Bu bir aşamadır, bir basamaktır, “Büyük Türkiye” istikametinde çok önemli bir safhadır.
Türkiye, siyasetin, hukukun, demokrasinin rehberliğinde, milletin desteğiyle bugünlere ulaşmıştır; bu şekilde devam ederek, çok daha ilerisine mutlaka ulaşacaktır.
Bu paket, bir dayatmanın eseri değildir.
Bu paket, bir müzakerenin, bir pazarlığın eseri asla değildir.
Demokratik hak ve özgürlükler, müzakerenin, pazarlığın, dayatmaların konusu olamaz.
11 yıl boyunca hiçbir reformu dayatmalarla, baskıyla, pazarlıkla açıklamadık.
Millet ne dediyse, biz onu yaptık ve yapıyoruz.
Milletimiz için hayırlı olan neyse, biz onu yaptık ve bugün de onu yapıyoruz.
Milletimizin talepleri, ihtiyaçları neyse, biz ona kulak verdik ve bugün de onun gereğini yapıyoruz.
Paket, çözümler itibariyle sürprizlerden ibaret; ama sorunların hiç biri sürpriz değildir.
Paketin gizlendiği, saklandığı, kamuoyunda tartışılmadığı eleştirisinin son derece temelsiz olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum.
Pakette yer alan sorunlar, çoğunluğu son 30 yılın olmak üzere, Cumhuriyet tarihimiz boyunca var olan ve sürekli konuşulan sorunlardır.
Her bir sorun alanıyla ilgili olarak, tüm tartışmalar, görüş, öneri, tavsiyeler dikkate alınmış, çözümler ona göre şekillenmiştir.
Gönül isterdi ki, bütün bu sorunların kaynağı olan Anayasa yeniden yapılabilse ve sorunlar kökten çözüme kavuşabilseydi.
Ancak, bugün çözümün karşısında duran, her çözüm girişimini sabote etmek için çalışan böyle bir muhalefetle, ne yazık ki yeni bir Anayasa da mümkün olmamıştır.
Bizim, bütün reformlarımızda olduğu gibi, bu reform paketimizde de referans noktamız önce millettir.
Parti programlarımız, özellikle 4’üncü Büyük Kongremizde açıkladığımız “2023 Siyasi Vizyonumuz” bizim referansımızdır.
Seçim beyannamelerimiz, Hükümet programlarımız, kongrelerimizde açıkladığımız yol haritalarımız, bizim referansımızdır.
Evrensel hak ve özgürlükler, altına imza attığımız uluslararası antlaşma ve şartlar bizim referansımızdır.
Katılım müzakerelerini başlattığımız, aday ülke olduğumuz Avrupa Birliği Müktesebatı bizim referansımızdır.
Bugüne kadar, çeşitli sorunlar için yaptığımız Çalıştaylar, hazırlanan raporlar, Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmaları referansımızdır.
Pakette açıklayacağımız her bir maddenin, işte bu referansların bir ya da bir kaçına tekabül ettiğini göreceksiniz.
Burada özellikle bir noktanın altını çiziyorum…
Bundan tam 1 yıl önce, yine bir 30 Eylül gününde, Partimizin 4’üncü Büyük Kongresini gerçekleştirdik.
O Kongrede, kamuoyuna, 63 madde halinde, 2023 vizyonumuzu açıkladık.
10 yıllık bir vizyon olmasına rağmen, sadece 1 yıl içinde, bu 63 maddenin önemli bir çoğunluğunu yerine getirdiğimizi, bir kısmında sürecin hızla devam ettiğini göreceksiniz.
Yani açıklayacağımız paket, 2001’de, partimizi kurduğumuz andan itibaren başlayan uzun soluklu yürüyüşün, verdiğimiz sözlerin, milletimize açıkladığımız plan, proje ve hedeflerin yerine getirilmesidir.
Pakette, milletimizden gizlenen, saklanan, referanslar anlamında yeni hiçbir şey yoktur.
Her bir maddenin sözü geçmişte verilmiştir.
Her bir madde, geçmişte hedef olarak ortaya konulmuştur.
Her bir madde, seçimlerde milletimizden teyit almıştır.
Aziz milletim,
Çok değerli katılımcılar…
Artık, paketin içeriğine geçmeden önce, milletime şu hususları bir kez daha vurgulamak istiyorum…
Bu ülkede, bu topraklar üzerinde, Ay Yıldızlı Bayrağımız altında, 76 milyon, her bir fert olarak, biriz, beraberiz, kardeşiz ve birlikte Türkiye’yiz.
Bize oy verenlerle ya da vermeyenlerle birlikte yaşadığımız ve birlikte yürüdüğümüz bir yolun, bir istikametin içindeyiz.
Nasıl ki, her bir vatandaşın talep, arzu, istek ve ihtiyaçları bizim için önemliyse, her bir vatandaşın, korkusu, endişesi, tereddüdü de bizim için son derece önemlidir.
Biz burada gelip geçiciyiz.
Kalıcıolan millettir.
Kalıcıolan, eserlerdir.
Biz, sadece bizi sevenler tarafından değil, muarızlarımız tarafından, muhaliflerimiz tarafından da takdir edilmeyi istikamet tarzı olarak benimsemiş bir kadroyuz.
Bunu defalarca ifade ettik, icraatlarımızla defalarca ortaya koyduk: Biz, 76 milyonun hükümetiyiz; 76 milyon nazarımızda birdir ve beraberdir.
En başından itibaren, herkesin birlikte yaşayacağı, bir arada ve birbirine hoşgörü içinde yaşayacağı bir ülke inşa etmenin mücadelesini verdik.
Siyasi görüşler farklı olabilir…
İdeolojiler, diller, inançlar, mezhepler, yaşam tarzları farklı olabilir...
Sorunlar, sıkıntılar, kaygılar, çözüm önerileri farklı olabilir...
Ama ortak olan bir şey var: Aynı geminin içindeyiz ve aynı istikamete, aynı limana, aynı büyük Türkiye hedefine doğru gidiyoruz.
Birbirlerine müdahale etmedikleri sürece, her yaşam tarzına saygılıyız, her yaşam tarzı bizim teminatımız, güvencemiz altındadır.
Bugüne kadar bunu yaptık, bundan sonra da bunu muhafaza edeceğiz.
Birbirlerinin özgürlük alanlarına müdahale etmedikleri sürece, her türlü özgürlüğü savunduk ve savunmaya devam edeceğiz.
Birbirlerinin değerlerini tehdit etmedikleri sürece, her türlü değeri baş üstünde tuttuk, tutmaya devam edeceğiz.
İnsanın, insan olmaktan kaynaklanan her hakkını savunmak, bunun için mücadele vermek, insan olarak bizim mesuliyetimizdir.
Dışlamadan, ayırt etmeden, ötelemeden, horlamadan geleceği inşa edeceğiz.
Bin yıldır bir ve beraber yaşadığımız bu topraklarda, aynı hedef ve idealler doğrultusunda, ebediyyen bir ve beraber olacağız.
Konuşacağız, istişare edeceğiz, birbirimizin görüşlerine değer verecek, birbirimize yüreklerimizi açacağız.
Silahı, şiddeti, sıkılı yumrukları, vandallığı, hakareti elimizin tersiyle itecek; dil ile gönül ile konuşacak, her sorunumuzu çözeceğiz.
Olamaz denilenler, 11 yıl içinde olur hale geldi.
İmkansızları mümkün hale getirdik.
Hayalleri hedefe dönüştürdük.
Milletçe çok büyük sevinçleri birlikte inşa ettik, birlikte yaşadık.
İnşallah çok daha fazlasını yapacağız.
Bir olmaya, iri olmaya, diri olmaya devam edecek; herkesin gönül huzuruyla, emniyetle, hoşgörüyle, kardeşçe yaşadığı bir Türkiye’de nefes alıp vermeyi sürdüreceğiz.
İşte bu paket, bunu sağlayacak aşamalardan biridir.
Önyargısız biçimde ele alındığında bu paketin, on yılların tortusunu kaldırdığı, on yılların sorunlarına çözüm ürettiği, kardeşliğimizi daha da güçlendirdiği açık şekilde görülecektir.
Bir kez daha hayırlı olmasını diliyorum.
Ülkemiz, milletimiz, bölgemiz için yeni bir dönemin, yeni bir sürecin kapılarını aralamasını, kardeşliğimizi ve ülkemizi yüceltmesini gönülden arzu ediyorum.
Bizleri ekranları başında izleyen aziz milletim,
Çok değerli dostlarım, değerli katılımcılar…
PAKETİN İÇERİĞİ
Demokratikleşme Paketimizdeki reformların bir kısmıyasal düzenleme gerektiriyor; diğer bir kısmı ise, idari düzenlemelerle, yani Bakanlar Kurulu Kararı, Yönetmelik Değişikliği, Genelge ile hayata geçecek.
Sizlere öncelikle yasal düzenleme gerektiren reformlarımızı sıralamak arzusundayım.
Bazı kanunlarda yapacağımız değişikliklerle, çıkaracağımız bazı kanunlarla, siyasi hakları daha da genişletiyor; on yıllardır devam eden tartışmalara artık son veriyoruz.
Bu kapsamda, öncelikle, seçim sistemini değiştirmek için önemli bir adım atıyor; seçim sistemini tartışmaya açıyoruz.
Türkiye’deki mevcut Seçim Sistemi, özellikle 12 Eylül müdahalesinin ardından her zaman tartışma konusu oldu, her zaman eleştiri konusu oldu.
Hemen tüm siyasi partiler de, seçim sisteminin değişmesi gerektiğini ifade ettiler ve ediyorlar.
Şunu altını çizerek ifade etmek istiyorum: Mevcut seçim sistemi, yüzde 10 barajı, AKP’nin getirdiği bir sistem değildir.
Biz, 2002 seçimlerine girerken bu sistem uygulanıyordu, yüzde 10 barajı vardı.
Daha Partimizi kurarken, mevcut seçim sisteminin katılımcılıktan uzak olduğunu, değişmesi gerektiğini güçlü şekilde ifade etmiştik.
Geçen yıl, 30 Eylül’deki 4’üncü Büyük Kongremizde yayınladığımız 63 maddelik Siyasi Vizyon belgemizde de, 2023 Vizyonumuz çerçevesinde seçim sistemini değiştireceğimizi bir hedef olarak ortaya koymuştuk.
Gerek Akil İnsanlar Heyeti raporlarında, gerek Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında, gerekse bugüne kadar hazırlanmış bir çok raporda, seçim sistemindeki sorunlar dile getirilmişti.
Tüm öneri, tavsiye, eleştirileri gözden geçirdik ve bu sorunu çözmek için artık adım atıyoruz.
Yeni seçim sisteminin nasıl olması gerektiği konusunda biz bir tek seçenek sunmuyor, 3 farklı alternatifi tartışmaya açıyoruz.
Mevcut sistemle, yani yüzde 10 barajıyla devam edebiliriz…
Barajı yüzde 5’e çekip, 5’li gruplandırmayla Daraltılmış Bölge Seçim Sistemini uygulayabiliriz.
Üçüncü seçenek olarak da, ülke barajını tamamen kaldırarak, Dar Bölge Seçim Sistemini getirebiliriz…
Bu 3 seçeneği önümüzdeki günlerde tartışacak, Türkiye için en doğrusu, en isabetlisi hangisiyse, o yönde düzenlemeyi Meclis’e getirecek, yolumuza o şekilde devam edeceğiz.
Siyasi Haklar alanında İkinci düzenlemeyi Siyasi Partilere Devlet Yardımı konusunda yapıyoruz.
Siyasi partilere devlet yardımının kapsamını genişletiyoruz.
Siyasi Partiler Kanunu’nun Ek 1’inci maddesini değiştiriyor, devlet yardımı için yüzde 7 olan mevcut oranı yüzde 3’e çekiyoruz.
Yani seçime katılan siyasi partilerden yüzde 3’ü aşan oranda oy alanlara da, Hazineden ayrılan toplam kaynak içinden devlet yardımı yapılacak.
Bu düzenlemenin de, siyasi partilerimizi güçlendireceğine, katılımcılığı artıracağına, rekabetin daha adil hale gelmesine katkı sağlayacağına inanıyoruz.
Bir başka düzenlemeyle, siyasi partilerin teşkilatlanmalarına kolaylık getiriyoruz.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 20’inci Maddesini değiştiriyor; ilçede teşkilatlanma için, beldelerde teşkilat kurma zorunluluğunu kaldırıyoruz.
Mevcut durumda, bir ilçede teşkilatlanmak için, ilçe sınırları içerisindeki beldelerin en az yarısında teşkilat kurma zorunluluğu vardı.
Bunu kaldırıyor, “Beldelerde teşkilat kurulması zorunlu değildir” ibaresini getiriyoruz.
Bir başka düzenlemeyle, siyasi partilerde eş genel başkanlığın önünü açıyoruz.
Bu alanda uluslar arası örnekleri inceledik, demokrasilerdeki işleyişe baktık ve ilgili yasa maddesini değiştirmeyi uygun gördük.
Seçim Kanunu’nun 15’inci Maddesi’ne bir ek yapıyor, tüzüklerinde yer almak ve 2 kişiden fazla olmamak kaydıyla, partilere, eş genel başkanı sistemini uygulama imkânı getiriyoruz.
Bir başka yasal düzenlemeyle, siyasi partilere üyelikte engelleri kaldırıyoruz.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 11’inci maddesinde yapacağımız değişiklikle, siyasi partilere üye olmayı daraltan, kısıtlayan bazı engelleri ortadan kaldırıyoruz.
Seçim Kanunu hükümlerine göre, oy verme hakkına sahip olan herkesin, siyasi partilere de üye olabilmesinin önünü açıyoruz.
Bu amaçla, 11’inci Maddenin B Bendindeki 6 kısıtlayıcı engeli ortadan kaldırıyoruz.
Yine Siyasi Partiler Kanunu’nda yapacağımız değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda imkânını getiriyoruz.
298 Sayılı Kanunu’nun ilgili maddesini değiştirerek, siyasi parti ve adaylar tarafından yapılacak her türlü propagandada Türkçenin yanında farklı dil ve lehçelerin de kullanılabilmesini mümkün hale getiriyoruz.
Aynı şekilde, ön seçimlerde farklı dil ve lehçelerde propaganda imkânını getiriyoruz.
Siyasi Partiler Kanunu’nun 43’üncü Maddesindeki kısıtlayıcı hükmü kaldırıyor, ön seçimlerde de Türkçeden başka bir dil ya da lehçeyle propaganda imkânını tüm partilere sağlıyoruz.
Ekranları başında bizleri izleyen sevgili vatandaşlarım,
Çok değerli medya mensupları,
Yeni süreçte, nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele etmeye başlıyoruz.
Nefret saikiyle işlenmesi durumunda, belirli suçların cezalarını daha da artırıyoruz.
Belirli suçlar, kişinin, dili, ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse, cezası daha da ağırlaşacak.
Ayrımcılıkla daha etkin mücadele etmek için, ceza miktarlarını artırıyoruz.
Kişinin, inançlarının gereğini yerine getirmesi dolayısıyla, belli haklarını kullanmasını, belli haklardan yararlanmasını engelleyenleri ceza kapsamına alıyoruz.
Bu sebeple işlenen suçun cezasını da 1 yıldan 3 yıla kadar artırıyoruz.
Türkiye’de hiç kimse, dilinden, ırkından, milletinden, renginden, inancından ve inancının gereğini yerine getirmekten dolayı ayrımcılığa maruz kalmayacak.
Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurulu kuruyoruz.
Ayrımcılık yasağının ihlali halinde, konuya ilişkin görev ve yetkisi bulunan kamu makamları, ihlali sona erdirmek, sonuçlarını gidermek, tekrarlanmasını önlemek üzere gerekli tedbirleri almakla yükümlü kılınacak.
Yaşam tarzına saygıyı, Türk Ceza Kanunu ile güvence altına alıyoruz.
Türk Ceza Kanunu’nda yapacağımız değişiklikle, dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin engellenmesini de ceza kapsamına alıyoruz.
Dini ibadet ve ayinlerin, bireysel olarak da yapılmasının engellenmesini aynı şekilde bu kapsama alıyoruz.
“cebir veya tehdit kullanarak, ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale edenlere, ya da bunları değiştirmeye zorlayanlara, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası getiriyoruz.
Yapacağımız bir başka düzenlemeyle, Türk Ceza Kanunu’nda, belirli harflerin kullanılmasından dolayı var olan cezai müeyyideyi kaldırıyoruz.
Böylece fiilen de uygulama alanı kalmayan ihlalleri ceza kanunumuzdan çıkarıyor, bir nevi klavyelere özgürlük getiriyoruz.
Değerli katılımcılar,
Aziz milletim…
Reform Paketimiz kapsamında, 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkındaki Kanunda önemli değişiklikler yapıyoruz.
Bu kapsamda, öncelikle, toplantı yer ve güzergâhının belirlenmesinde katılımcılığı sağlıyoruz.
Mülki Amir, ilgili Sivil Toplum Örgütlerinin görüşlerini almak suretiyle, nihai kararını verecek.
Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin sürelerini uzatıyoruz.
Açık yerlerde, güneşin batışından bir saat önceye kadar sürebilen toplantılar, güneş batmadan dağılacak şekilde; kapalı yerlerde saat 23’e kadar süren toplantılar da, saat 24’e kadar yapılabilecek.
Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, hükümet komiseri uygulamasına son veriyoruz.
Mevcut durumda, Hükümet Komiseri tarafından üstlenen yükümlülükler, artık Düzenleme Kurulları tarafından yerine getirilecek.
Kurul, toplantının amacının dışına çıktığı veya düzen içinde gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu gördüğü durumda, dağılma kararı alacak ve durumu kolluk amirine bildirecek.
Gösteri ve yürüyüş, kanuna aykırı hale gelirse, Düzenleme Kurulu, gösteri ve yürüyüşün sona erdiğini ilan edecek ve bunu kolluk amirine bildirecek.
Düzenleme Kurulu bu görevi yerine getirmezse, o mahallin en büyük mülki amiri, toplantıyla ilgili kararını verecek.
Demokratikleşme Paketimizde, bir başka önemli düzenlememiz eğitimle ilgili…
Yapacağımız yasal değişikliklerle, özel okullarda, farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açıyoruz.
Bu konuda dünya örneklerini çok yakından inceledik.
Biliyorsunuz, 2003 yılında yaptığımız değişiklikle, farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi amacıyla özel kurs imkânını getirmiştik.
Daha sonra ise, üniversitelerimizde, farklı dil ve lehçelerle ilgili birimlerin açılmasını sağlamıştık.
Geçen yıl yaptığımız eğitim düzenlemesiyle, farklı dil ve lehçelerin okullarda seçmeli ders olarak öğretilebilmesinin yolunu açmıştık.
Şimdi de, özel okullarda farklı dil ve lehçelerde eğitim verilmesini mümkün hale getiriyoruz.
Ülkemizde Türkçe dışındaki dillerde eğitim ve öğretim konusu, 2923 Sayılı Kanun ile düzenlenmiştir.
Bu kanuna yapacağımız bir Ek ile Özel Eğitim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, farklı dil ve lehçelerde özel öğretim kurumu açılabilecek.
Bu kurumlarda eğitim ve öğretimin yapılacağı dil ve lehçeler Bakanlar Kurulu’nca tespit edilecek.
Milli Eğitim Bakanlığımız, bu tür kurumların açılmasına ve denetimine ilişkin esasları çıkaracağı bir yönetmelikle düzenleyecek.
Programlar, Kanun’da yer aldığı gibi, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından belirlenecek.
Yine mevcut Kanun’da yer aldığı gibi, bu okullarda da belli dersler Türkçe olacak.
Bir başka yasal düzenlemeyle, köy isimlerinin değiştirilmesinin önündeki yasal engeli kaldırıyoruz.
1949 tarihli İl İdaresi Kanunu’nun 2’nci maddesinde yer alan ve dayatma içeren ibareyi kaldırarak, köylerin 1980’lere kadar kullandıkları tarihi isimlerini yeniden almasını mümkün hale getiriyoruz.
Mevcut Kanun’da belirtildiği gibi, Köy isimlerinin değiştirilmesi, İçişleri Bakanlığımızın tasvibiyle olacak.
İl ve İlçe isimlerinin değiştirilmesi için mevcut kanun hükmünce yasal düzenleme gerekiyor.
İl ve İlçe isimlerinin değiştirilmesi yönünde talepleri Hükümet olarak dikkate alacağız.
Yine bu kapsamda, bir üniversitemizin de ismini değiştiriyoruz.
Nevşehir Üniversitesi’nin ismini, Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştiriyoruz.
Böylece, tarihimizin bir büyük şahsiyetinin, bir gönül dostunun, gönül mimarının ismini, kabrinin bulunduğu Nevşehir’deki üniversitemize veriyoruz.
Demokratikleşme paketiyle getireceğimiz bir başka yenilik, kişisel verilerin korunması hakkında.
Kişisel verilerin korunmasına yasal güvence getiriyoruz.
12 Eylül 2010’da yaptığımız Anayasa değişikliğiyle, kişisel verilere Anayasal güvence getirmiştik.
Şimdi, bu Anayasa maddesinin uygulamasını sağlamak için, taslağı hazır olan kanunu Meclis’imize gönderiyoruz.
Kişilerin özel bilgileri ilgisiz kişiler tarafından kullanılamayacak, ilgisiz kişilerle paylaşılamayacak.
Yardım toplamada kısıtlamaları kaldırıyoruz.
Yardım toplama konusunda, zaman zaman özgürlükler sınırlama altına alınmıştı.
Kurban derisi, fitre ve zekât toplama konusunda Türk Hava Kurumu’na yetki verilmiş, aslında Anayasa ve yasalara tamamen aykırı, insan hak ve hürriyetlerine ters bir durum oluşturulmuştu.
Bununla ilgili yönetmelik geçtiğimiz hafta yayınlanmıştı. Şimdi, yasal olarak da bu yanlış uygulamaya son veriyor, ilgili kanunun 8’inci maddesindeki söz konusu hükmü kaldırıyoruz.
Vatandaşımız, bundan sonra yardımlarını hür iradesiyle istediği yere verebilecek.
Sevgili vatandaşlarım, değerli katılımcılar…
Şu ana kadar açıkladığımız reformlar yasal düzenleme gerektiriyor.
Belli bir takvim içerisinde bu yasal düzenlemeleri hayata geçireceğiz.
Ancak reform paketimiz bundan ibaret değil…
İkinci kısımda, sadece idari düzenleme gerektiren reformlarımız bulunuyor.
Bu düzenlemeleri, Bakanlar Kurulu Kararı, Genelge ya da Yönetmelik Değişikliğiyle gerçekleştirmek mümkün.
Şimdi de sizlere bunları aktarmak istiyorum…
Kılık Kıyafet Yönetmeliğini değiştirerek, kamu kurumlarında başörtüsü yağsını kaldırıyoruz.
“Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik”, kadın ve erkekler için kısıtlayıcı hükümler içeriyordu.
Bu kısıtlamalar, çalışma hakkını, din ve vicdan özgürlüğünü ihlal ediyor, ayrımcılık içeriyordu. Yönetmeliğin 5. maddesinde değişiklik yaparak, kadın çalışanların giyimleri üzerindeki ayrımcı ihlalleri kaldırıyoruz.
Resmi Elbise giymek zorunda olan, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını, Emniyet mensuplarını, Yargıda Hakim ve Savcıları bunun dışında tutuyoruz.
İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasını kaldırıyoruz.
1933 yılında, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir genelge yayınlanmış, ilk ve orta dereceli okullarda Andımız uygulaması başlatılmıştı.
Bu uygulama zaman zaman kaldırıldı, metin değişikliğe uğradı.
12 Mart ve 12 Eylül’de, bireysel girişimler neticesinde bu uygulama devam etti.
Geçen yıl, ortaokullarda bu uygulamayı kaldırmıştık.
Şimdi de, ilkokullarda bu uygulamaya son veriyoruz.
Mor Gabriel, diğer adıyla Deyrulumur Manastırı arazisi, manastır vakfına iade ediliyor.
Böylece, bir haksızlığı gideriyor, Süryani vatandaşlarımıza önemli bir haklarını teslim ediyoruz.
Esasen, Cumhuriyet tarihimiz boyunca, bu konuda en büyük hassasiyeti Hükümetimiz gösterdi, hakların iadesi konusunda ciddi bir çalışma sergiledi.
2003, 2008 ve 2011 yılında yaptığımız düzenlemelerle, mağduriyetlerin giderilmesi için samimi adımlar attık ve somut neticeler elde ettik.
Şu ana kadar, bu kapsamda 250’den fazla iade yaptık ve 2,5 milyar Liralık mülkü hak sahiplerine teslim ettik.
Süreç devam ediyor, incelemeler devam ediyor… Hiç kimseyi mağdur etmeden, hak sahiplerine haklarını teslim edeceğiz.
Roman Dil ve Kültür Enstitüsü kuruyoruz.
Roman vatandaşlarımızın dil ve kültürleri ile, karşılaştıkları sorunlara ilişkin araştırmalar yapmak, çözüm önerileri üretmek amacıyla, bir ilimiz üniversitesi
bünyesinde, Roman Enstitüsü kuracağız.
Roman vatandaşlarımızın yaşam şartlarının iyileştirilmesi ve eğitim alanındaki sorunların giderilmesi için adımlar atıyoruz.
Bu amaçla, 2009 yılında Türkiye’de ilk kez gerçekleştirdiğimiz Roman Çalıştayı sonrası başlatılan çalışmaları hızlandırıyoruz.
İlgili bakanlık ve kurumlarımız çalışmalarını hızla tamamlayacaklar.
Özellikle barınma noktasında Roman vatandaşlarımız için çok önemli bir adım attık ve TOKİ eliyle Roman konutları üretmeye başladık.
Edirne, Çanakkale, Sakarya, Bursa ve diğer birçok il ve ilçemizde bu inşaatlar devam ediyor.
Sevgili vatandaşlarım,
Değerli medya mensupları,
Değerli çalışma arkadaşlarım…
Demokratikleşme paketimiz işte bu başlıklardan oluşuyor…
Türkiye’de, bugüne kadar, tek bir paket halinde açıklanan en kapsamlı reform sürecini başlatıyoruz.
Bu süreci en kısa zamanda tamamlayacak, yeni hedeflere doğru ilerlemeye devam edeceğiz.
Bu paketle birlikte, Türkiye ekonomisi, demokrasisi, Türkiye’nin toplumsal yapısı ve kardeşliği inanıyorum ki çok büyük güç kazanacak.
Sürece katkı sağlayan herkese, her kesime, tüm kurum ve kuruluşlarımıza bir kez daha teşekkür ediyorum.
Açıkladığımız reform paketinin ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyor, katıldığınız için sizlere teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Recep Tayip Erdoğan, Ankara-30 Eylül 2013
*
"Önerilerimizi bile kopyalayamıyor!"
Kılıçdaroğlu'dan "paket" açıklaması
01 Ekim 2013 Salı, 14:14:28
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Bu paket bu yaraya derman olmaz, çünkü demokrasi konusunda samimi değiller. Türkiye'nin sorunları makjayla, çözülemez. Bu basiretsizlik, ciddiyetsizliktir. Bütüncül, kapsamlı bir demokrasiye ihtiyacı var." dedi.
Kılıçdaroğlu, CHP Genel Merkezi'nde düzenlediği basın toplantısında, dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanan demokratikleşme paketini değerlendirdi. Ülkenin kolay kurulmadığını ve hazır bir tepsi içinde sunulmadığını anlatan Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin 90 yıldır bu bölgenin model ülkesi olduğunu ve bunun devam edeceğini kaydetti.
Hasta adamdan genç bir Türkiye kurulduğunu dile getiren Kılıçdaroğlu, çok partili hayata geçilmesiyle egemenliğin de millete teslim edildiğini ifade etti. Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit'e yaptığı devrimlerden dolayı teşekkür eden Kılıçdaroğlu, devrimleri darbelerin bile ortadan kaldıramadığını ve silemediğini kaydetti.
"Demokratikleşme tarihi dün başlamadı, 90 yıldır devam ediyor. Daha çağdaş Türkiye için çok bedeller ödendi. Bunları yok saymakta kimsenin haddine değildir." diyen Kılıçdaroğlu, Nazım Hikmet ve Ahmet Arif başta olmak üzere bazı isimleri sayarak bedel ödeyen herkesi birkez daha saygıyla andığını ifade etti. "Son 11 yılda ne oldu?" diye soran Kılıçdaroğlu, "Gelinen nokta Türkiye'nin hak ettiği bir nokta değil. Çok zaman kaybettik. Atılması gereken demokratikleşme adımları atılmadı. Tüm sıralamada geriye götürdü ve zemin kaybedildi." diye konuştu.
11 yılda Türkiye demokrasisinin büyük bir erozyon yaşadığını dile getiren Kılıçdaroğlu, "Darbe yok ama darbeden daha ağır, demokrasi tahribata uğradı." ifadelerini kullandı. "Açıklanan bu sözde demokrasi paketi bu yaraya, bu ilaca derman olur mu?" diye soran Kılıçdaroğlu, bu paketin bu açığı kapatmayacağını vurguladı.
"Bu paket bu yaraya derman olmaz, çünkü demokrasi konusunda samimi değiller." diyen Kılıçdaroğlu, çağdaş bir iktidar açığı bulunduğunu ve Türkiye'nin temel sorununun du bu olduğunu kaydetti. Paketin yapılış biçimini eleştirerek açıklanması sırasında bazı medya organlarına tıpkı OHAL'deki gibi sansür uygulandığını dile getiren Kılıçdaroğlu, "Kenan Evren nasıl açıklıyorsa aynı model üzerinden kendisi açıklıyor. Hiçbir farkı yok. Birinin apoletleri var, birinin apoletleri yok." şeklinde konuştu.
"PAKETİN HAZIRLANIŞI DEMOKRATİK DEĞİL"
Paketin hazırlanışının demokratik olmadığını, kapalı kapılar ardında bir paket hazırlandığını anlatan Kılıçdaroğlu, "Katılımcılıktan, toplumsal uzlaşma ve şeffaflıktan uzak açıklandı. Ayıp olan ise bunun demokrasiyle yan yana getirilmesidir." dedi.
Pakettekileri daha önce kendilerinin verdiğini ancak reddedildiğini hatırlatan Kılıçdaroğlu, bu önerilerin tamamını reddeden bir partiden "demokrasi, adalet özgürlük çıkar mı?" diye sordu. "Bu iktidar henüz muhalefetin önerilerini bile kopyalayamıyor." diyen Kılıçdaroğlu, Türkiye'nin en statükocu partisi, değişime en kapalı partinin Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu ifade etti. Lider sultasının en çok yaşandığı partinin de Adalet ve Kalkınma Partisi olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, Türk demokrasisinin ilerlemesindeki engelin AK Parti olduğunu kaydetti.
"Klavyeye değil klavyeyi kullanana özgürlük getireceksiniz." diyen Kılıçdaroğlu, seçim sistemiyle ilgili sorunun daraltılmış bölge olmadığını belirterek sorunun Kenan Evren ve arkadaşlarının getirdiği yüzde 10 seçim barajı olduğunu kaydetti. Kılıçdaroğlu, "Yardım 3 diyorsun; getir 3'ü, hemen kabul edelim." ifadelerini kullandı.
Devleti demokratikleşmeden demokrasinin getirilemeyeceğini ifade eden Kılıçdaroğlu, devletin baskısını hiç hissetmediği bir devletin demokrasi olacağına dikkat çekti. "Türkiye'nin sorunları makjayla, çözülemez. bu basiretsizlik, ciddiyetsizliktir." diyen Kılıçdaroğlu, "Bütüncül, kapsamlı bir demokrasiye ihtiyacı var. Diktatör lütfetmiş bize demokrasi paketi hazırlamış; benim istediğim kadar demokrasi diyor. Gelen paket, çoğunlukçu otoriter rejimi pekiştirmek için getirilen bir pakettir." ifadelerini kullandı.
CHP olarak atılacak her demokratik adıma destek vereceklerini belirten Kılıçdaroğlu, "Biz bu ülkeye demokrasi için bütün topluma söz veriyoruz. Özgürlüğü ve demokrasiyi getirin desteği veririz." dedi.
aa/CİHAN
*
"Sinsi devrim!"
Bahçeli'den "paket"e çok sert tepki
01 Ekim 2013 Salı, 11:32:21
Partisinin grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın dün açıkladığı demokratikleşme paketi ile ilgili eleştirilerde bulundu. Bahçeli, şunları söyledi:
"Başbakan değiştirdim dediği gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemiştir. Demokratikleşme paketleriyle milletin gözünü boyamaya, PKK taleplerini bir bir karşılamaya başlamıştır. Başbakan, ustadır ama yıkımın ustalığıyla anılacak. Bu leke de bozuk sicilini kapkara yapacaktır.
Sözde demokratikleşme paketi her haliyle büyük bir utanç vesikasıdır. Gerçekten de Türkiye'nin demokratikleşme tarihinin son 10 yıllık buhran döneminin tabii sonucu olarak görüyorsa aklını Kandil'de zekâsını da İmralı'da bırakmış demektir.
Bu paket serisinin ne ilk en de son olacağını söylerken kendisi bizi doğrulamış, PKK'ya tesliminde dur durak bilmeyeceğini doğrulamıştır.
Bir defa bu paket demokratikleşme parolasıyla hazırlansa da usul ve esas bakımından demokrasi ile çelişmektedir. Hazırlanmıştır ama kimsenin fikri sorulmamıştır. AKP'nin milletvekillerinin bile haberi olmamıştır. PKK'nın emrivakilerini, tehditlerini ve kan tutkusunu tatmine yönelik olarak kaleme alınmıştır. Başbakan, vicdan tapusunu PKK'ya ve İmralı canisine satmıştır. Bu altından kolay kolay kalkılamayacak bir rezalettir"
Teröristlere özgürlük bonkörlüğü yapmak ahlakın neresine sığmaktadır? Medyayı susturan sen, partilere tezgâh kuran sen şimdi demokrasi ve özgürlükte ahkam mı keseceksin? Açıklanan paketten yüzü gülecek, içten içe sevinecek azınlık dışında kaç kişi vardır? Türkiye inim inim ağlarken kim sevinecek?
Başbakan hangi gezegende yaşamaktadır? Demokratikleşme Paketiyle şehitlerimizin arzularını yerine getirdiklerini yüzü kızarmadan dile getirmiştir. Sayın Başbakan sen de hiç mi vicdan yok, hiç mi erdem kalmamıştır.
Demokratik adap ve terbiyede kendi dışındaki partilere ayar vermek demokraside var mıdır? PKK'ya övgüler yağdırdığı iki dudağından MHP'ye nasihatler yağdırması hezeyandır. Akıl dışıdır.
Sözde demokratikleşme paketi PKK dayatmalarının yansımasıdır. Sessiz devrim yapmakla övünen Başbakan, sinsi devrimle PKK'ya teslim olmuştur. Paket, İmralı canisinin tezgahından geçmiş, sözde akil insanın raporuyla harmanlanmıştır. Pakette milletin iradesi yoktur.
Acaba milletimiz paketin neresine onay vermekte, nesini beğenmektedir. Açıktır ki bu ihanet belgesinin patenti kanlı terör örgütüdür. İmralı canisi dayatmış, Başbakan sinmiştir. Bölücü taleplere Başbakan eliyle meşruiyet kazandırılmak istenmiştir."

aa/CİHAN

12 Haziran 2013 Çarşamba

GEZİ PARKI OLAYLARI!...

TIKLA LİNK>  53 Yıllık Demokratik Hak (!) Paranoyası & Yeni Versiyon: Gezi Parkı Eylemleri!..

53 yıllık demokratik hak (!) paranoyası
Mustafa Nevruz SINACI
Bu makale ilk defa 06 Şubat 2009 tarihinde ‘Davos’ta Son Tango’ adıyla yayınlandı. O günden bu yana gidişatta değişen bir şey yok. Dolayısıyla sonraki yazının açılım ve takdimi mahiyetinde olmak üzere ve “tekrar” dikkatle okumanız ricasıyla bilgilerinize sunuyorum:  
“Ülkemizde 27 Mayıs'tan bu güne ısrarla sürdürülen bir kirli oyun var. Zaten, o büyük kırılma 11 Kasım 1938 şeametinden sonra gelen 2. karşıdevrim ve meş'um sapma Türkiye'yi çökertmek içindi. Bu gün akredite medyanın adını utanmadan, tam bir kasıtla  “Ergenekon” koyduğu Ümraniye davasına esas cürüm ve caniyane emellerin tahakkuk mebdei ve milâdı da aynı tarihe rastlar. (bu nedenle, bahusus soruşturmanın geriye uzanmasını ve 27 Mayıs'ı içine alan tam bir hesaplaşma ve yüzleşme 'temiz eller operasyonu' olmasını istemekteyiz.) 
Demokrat Parti tarafından (Halk Partisinin şiddetli muhalefetine rağmen) kanlı Kıbrıs olaylarını önlemek ve Milli davayı koordine etmek için kurulan G. Kurmay Özel Harp Dairesi ile 1960'a kadar bu dairenin iştigal ettiği kritik konu olan TMT'yi suçlamak, büyük haksızlık, yalan ve iftiradır. Nitekim 27 Mayıs’ta önce kendi G. Kurmay Başkanının başını yediği, Türk Ordusunda tarihinin (25.000 civarında her rütbeden) en büyük tasfiyesini gerçekleştirdiği ve TSK'nın Atatürkçü unsurlardan bütünüyle ayıklandığı da asla unutulmamalı..
Dolayısıyla, 'Encümeni Daniş', 12 Mart, 12 Eylül ve sürecin bekraund'u olan 28 Şubat soygun - vurgunları da bu bağlamda büyüteç altına konulmak, araştırılmak-soruşturulmak ve muhakeme edilmek zorundadır. Aksi taktirde gladyo bypas edilecek, sadece ahtapotun 1 kolu kesilerek, menfur beyin ve hain gövdenin hükmünü sürdürmesine göz yumulacaktır!.. 
Yani, milli birlik komitesi bu örgüt'ün günümüze uzanan temeli, İnönü'de bir numarası idi. (Bak: Encümeni Daniş) Sonra bunun yerini A.Atila Sözer tarafından ad ve eylem bazında bütün ayrıntılarıyla açıklanan 'karayılan' örgütü (gladyo) aldı. Bu kitap ilk baskısının yapıldığı dönemde yolsuzluklardan sorumlu Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu'na verildi. Akabinde yok oldu. Şimdi piyasada var. (Karayılan Doktrini-devrimci güçler, A.Atila Sözer, Saycom-kırmızı kurdele) 
Dahası İnönü'nün Lozan'dan itibaren üstlenerek yürüttüğü gerçek misyonu da Anayurt Gazetesi yazarı H. H. Memiş'in 'Diken' isimli kitabından öğrenebilirsiniz. (Diken, Hükümet Sistemleri, Akasya Kitap, Mayıs-2007, Ankara) Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'nun AB-D sürecine ilişkin değerlendirmeleri ve Yılmaz Dikbaş'ın bu süreçte oynanan oyunlara dair kitaplarına bir göz atarsanız sanırım 'oynanan oyun' bütün boyutlarıyla ortaya çıkacaktır.
MESELA!... 16 Şubat 1999 tarihinde terör örgütü başı Öcalan'ın, Kenya`nın Başkenti Nairobi`den tesellüm edilerek Türkiye`ye getirilmesi, 56. hükümet başı B.Ecevit'in 'kahraman' ilân edilerek, akabinde 18 Nisan 1999 erken Seçime gidilmiş olmasını nasıl yorumlarsınız?.. Derken, hükümeti kurma görevinin 9. Cumhurbaşkanı Demirel tarafından DSP Genel Başkanı 'milli kahraman' Bülent Ecevit'e verilmesi!, Böylece Bülent Ecevit, başbakanlıktan istifa ettiği 1979 yılından 20 yıl sonra 5. kez Başbakanlık görevini tekrar üstlenmiş oldu. B. Ecevit, DSP, MHP ve ANAP ile 28 Mayıs 1999 günü (Mesut Yılmaz'ın 'Milliyetçi Sol' olarak tanımladığı) üçlü (17.) koalisyon hükümetini kurdu. Bu arada, MHP 21 yıl sonra hükümet ortağı oldu. 22 yıl aradan sonra ilk kez bağımsız adaylar (!?) (millet) vekili seçildi. Bunlar hep bir tesadüften mi ibaret acaba? Yoksa oyunun bir parçası mı? Gelelim günün Davos meselesine!..
3 Şubat 2009 günü gruplarda ve genel kurulda mesele çözüldü, suçlu moderatör!..
Zaten farklı bir durum olsaydı, Gazze'de soykırım yapan İsrail pilotlarının Konya'da (Bolu da telaffuz edilmekte?) eğitimine son verilir, yılan hikâyesine dönen 2000 yılı 'M60 tank modernizasyonu' yolsuzluğunun üstüne gidilir ve milletin kanını emen 37 temel sektör Yahudi şirketinin lisansları askıya alınırdı!. Bunların hiçbirisi olmadı. Üstelik 200 nokta atışı ile İsrail ateşkesi bozarak Hamas'ı suçladı. Ortada doğru dürüst bir ateşkes de kalmadı...
Peki, şimdi sırada ne var? Cevap: 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri!...  (şimdi 2014 yerel seçimleri) Yani, AKP'nin parlatılması ve Recep Tayip Erdoğan'a "milli kahraman" rolü”. 
            Netice: Yine bir devri sabık (kahraman) yaratma paranoyası uç vermiş olabilir!..

Yeni Versiyon: 
Gezi Parkı eylemleri !..
Mustafa Nevruz SINACI
Önce; hükümetin, bütün kurum ve kuruluşları ile kamunun sahibi ve TC Tapusunun asaleten maliki; Sevgili ve değerli halkımızı aydınlatmak amacıyla bir girizgâh, (ön açıklama) yapalım:  Nedir bu kıyametin odağı ve şeametin kaynağı gezi parkı?
Mezkür park, İstanbul’un Beyoğlu İlçesi, Taksim Meydanı'nın kuzeydoğusunda yer almakta; Burada 1806 yılında Halil Paşa Topçu Kışlası yapıldı. 31 Mart 1909 kalkışmasının mihrakı ve karargâhı oldu, lânetlendi. 1922’de Stad’a çevrildi. Milli Takımın ilk futbol maçı, Romanya ile bu statta 26 Ekim 1923’ de oynandı. Maç 2-2 berabere sonuçlandı. Şehircilik uzmanı Henri Prost’un imar planı uyarı, mimari ve tarihi açıdan önemine rağmen kışla, 1940’da Vali Lütfi Kırdar’ca istimlâk edilerek yıkıldı ve İstanbul’un Cumhuriyet döneminde yapılan ilk park oldu. Günün son derece sınırlı imkânlarına rağmen çok güzel tanzim edildi; ağaçlar, yeşillik ve çiçeklerle bezendi. Mermer parmaklıklı merdivenler, Boğaziçi'ne bakan oturma mekânları, sağlam, zarif banklar, bakımlı çim sahaları, Gezi Parkı’nı cazibe merkezi haline getirdi. 1944'te dönemin Cumhurbaşkanı İnönü'nün at üzerindeki heykelinin kaidesi inşa edildi. Ancak heykel hiçbir zaman dikilemedi. 1950'de DP iktidara geldikten sonra da, atlı heykel uzun süre bir depoda bekletildi. Sonunda kaide söküldü. Heykel buraya değil, Maçka'daki Taşlık Parkı'na dikildi.
Buna rağmen Park, uzun bir süre "İnönü Gezisi" olarak adlandırıldı.
Kışlanın yıkılmasından sonra, çevre otellerine tahsis edilen alanlar; peşkeşler ve yerel düzenlemeler ile park alanı küçüldükçe küçüldü. Buna rağmen şehir merkezinde önemli bir dinlenme yeri olmasına rağmen müteakip düzenlemelerle değişti. 38.000 m² alana sahip Park, 1991 - 92 arasında revize edildi. Dikdörtgen planlı parkın ortasına fıskiyeli büyük bir havuz inşa edildi. Park altı Cumhuriyet Caddesi tarafına, kot farkından yararlanılarak dükkân, kafe ve bir sanat galerisinin bulunduğu kapalı mekânlar inşa edilerek 1967'de bugünkü halini aldı...
İşte, parkın öz geçmişine dair bütün hikâye bundan ibaret... Şimdi günümüze gelelim:
28 Mayıs 2013 günü, Taksim Yayalaştırma Projesi kapsamında Parkın bir duvarının yıkılmaya başlanması ve bazı ağaçların taşınması üzerine; Gezi Parkı’na gelen çevre sakinleri tarafından protesto gösterileri başladı. Buna mukabil Polis eyleme müdahale etti. Ardından bu parkta başlayan eylemler, iktidara karşı ülke çapında protesto gösterilerine dönüştü.
            PEKİ MESELE NEDİR?..
            1. Mesele: Başta, 2011’den bu yana yargı ve eylem bazında süren; Ankara 100. Yıl Birlik Parkını rant alanına dönüştürme girişimi olmak üzere; AOÇ yağması, okul binaları ve bahçelerinin satışı; 2B yağması; Dünyanın en güzel, en temiz sahillerinin imar ve inşa yasağı hiçe sayılarak adeta peşkeş çekilmesi; Çoğunluğu yabancılar tarafından kurulan turistik tesis ve sanayi işletmelerinin kimyasal atık, pislik ve mikrop lâğımlarının denize akıtılmasına göz yumulması; Ekim alanlarının iskâna açılması, düz ovalara sanayi siteleri, fabrika kurulması; Konya-Ereğli’nin, yeşil bir cennetten, korkunç bir kum cehennemine dönüştürülmesi gibi çok büyük suçların müsebbibidir AKP... Ayrıca, Hes ve mümasil rant odaklı spekülâtif projelerle yaratılan çevre felâketleri saymakla bitmez. Dahası, ısmarlama enflâsyon, başıboş piyasalar, gasp bankacılığı, fahiş fiyat, kamu zararına, gereksiz ve keyfi özelleştirmeler ile arada yapılan “torba/paket” yasa düzenlemeleri ile insan hakları, eşitlik ve adalet hilâfına hukuk devletinde yaratılan büyük tahribatlardır. Üstelik, muhalefetin yokluğunda bu, tam bir felâkettir!...
            2. Mesele: Haksızlığa uğrayan kişi, kurum ve kitleler için “hak aramak”: Anayasa ve kanunların gösterdiği yolda; Hukukun içinde kalmak ve başka insanlar ile kamusal alana asla zarar vermemek kaydı şartıyla meşru bir hak; Hatayı telâfi, hakkı iade, zararı tazmin ise kamu adına hükümetin zorunlu görevidir. Şu kadar ki: Terör-tedhiş, hasar-zarar ve saldırı suçtur. Bu anlamda, suç işleyenlerin mutlaka tevkifi; Zarar-ziyan ve hasarınsa suçlularca tazmini esastır. 
            3. Mesele: Hak eylemi, grev, protesto ve gösterilerde emniyet, huzur, disiplin, düzen ve intizamı sağlamak; Beklenir taşkınlıklara karşı tedbir alarak, muhtemel provokatörleri tek tek ayıklayıp güvenliği sağlamak hükümetin görevidir. Oysa hükümet bunu başaramamıştır...