KENTSEL DÖNÜŞÜM İLE
KENT DEVLETLERİNE
Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN
İki
binli yıllara doğru eski bir Dünya Bankası ve İMF görevlisi Türkiye’de önce
başbakan ve daha sonra da cumhurbaşkanı olunca, küresel emperyalizmin istek ve
talepleri doğrultusunda Türkiye’de dönüşüm rüzgârları estirilmeğe başlanmış ve
birçok tasarı gece yarıları okunmadan ve tartışılmadan meclisten geçirilerek
yasalaştırılmıştır. Bunların içinde yer alan önemli yasalardan birisi de
Büyükşehir Belediyeleri hakkında çıkan kanundur.
Nüfusu
bir milyon civarında olan bazı büyük kentler Büyükşehir Belediyeleri hakkındaki
kanunun içine alınarak devletin anayasal sistemine rağmen ulusal ve üniter
devlet ilkelerine ters düşen bir doğrultuda yeniden farklı bir yapılanmaya
doğru yönlendiriliyorlardı. Bu doğrultuda, giderek büyüyen kentlerin
belediyeleri Büyükşehir Belediyesi konumuna getiriliyor ve kent merkezinin
civarında oluşan yerleşim merkezleri de ilçe belediyeleri olarak bu Büyükşehir
Belediyelerine bağlanarak, merkeze bağımlı hale getiriliyorlardı. Bir anlamda,
büyüyen kentlerin eyaletleşmesi anlamında yerel yönetimlerde merkezileştirme
girişimleri yasa ile düzenlenerek ilçe belediyelerinin bağımsız hareket
etmeleri önleniyor ve Büyükşehir Belediyelerine bağımlı bir statü getirilerek,
bunların eyalet merkezine bağlı olmaları sağlanıyordu. Büyükşehir belediyelerine
yeni yasal düzenlemeler ile daha geniş otorite tanınıyor ve geliştirilen yetki
genişliği alanı içinde, bu gibi büyüyen merkezlerin başkent Ankara’nın denetimi
dışına çıkarak, gelecekte yerel küçük devletçiklere dönüşebilmelerinin yolları
açılıyordu.
Türkiye
önümüzdeki yıl yerel seçimlere giderken, TBMM’nin önüne Büyükşehir Belediyeleri
ile yeni yasa tasarısının getirileceği anlaşılmaktadır. Büyükşehir sayısın
otuza çıkaracak bu tasarı ile, iktidar partisi yeni bir yerel seçim zaferi elde
edebilmenin peşindedir. Ne var ki, konu Türkiye’nin birliği ve bütünlüğü
açısından ele alınmadığı için gelecekte Misakı Milli sınırları içinde bir milli
mücadele savaşı kazanılarak elde edilmiş olan ulusal ve üniter devlet yapısının
parçalanmasına gidecek kadar hassas bir görünüm arz etmektedir.
Büyükşehir
Belediyeleri üzerinde ısrar ederek , hızla artan nüfusun ihtiyacı olan yeni
kent yapılanmalarına gidilmemesi de ülkede giderek eyaletleşmeye giden
gelişmelerin önünü açmaktadır . Bir çok
kentten daha kalabalık ve büyük bir aşamaya gelen Türkiye’nin önde gelen
ilçeleri , vilayet yapılacaklarına Büyükşehir olarak ilan edilmeye hazırlanan
kentlerin sınırları içerisinde tutulmakta ve küresel emperyalizmin ulus
devletlerden eyalet devletlere geçiş planları doğrultusunda bunlar , bugün
Büyükşehir olarak ilan edilmekte olan
yarının eyalet devletlerinin içinde kalmağa mahkum kılınmaktadırlar . Bu
açıdan Van kenti ile ilgili gelişmeler son derece düşündürücü bir
biçimde tartışma alanına gelmiştir .Bir kaç deprem üst üste gören bu kentin toparlanabilmesi açısından kente bağlı en büyük ilçe olan Erciş’in
vilayet olması mümkün iken , bu yola gidilmeyerek ,Van’ın Büyükşehirler listesi
içine alınması çeşitli tepkilere yol açmıştır . Van kenti yurdışında yaşayan
Ermeni diyasporası aracılığı ile gelecekte
Doğu Anadolu toprakları üzerinde ilan edilmesi düşünülen Büyük Ermenistan’ın başkenti olarak
hazırlanmağa başlanmıştır .Bu aşamada Van’ın Büyükşehir ilan edilmesi Büyük
Ermenistan projesine yardımcı olacak ve Ermenistan bugün büyükşehir olarak ilan edilmekte olan Van
üzerinden Doğu Anadolu’nun tam ortasına
yerleşebilecektir . Van’ın Ermeni yapılanmasının merkezi olması hazırlanırken bu kentin büyükşehir
ilan edilmesi , Büyük Ermenistan için kolaylaştırıcı bir adım olacaktır.Buna
karşılık ,Van’ın karşı kıyısındaki Erciş’in vilayet yapılması ise , Van merkezli Ermeni yapılanmasına karşı bölgede Türk kimliği ağır basan yeni bir
vilayeti Türkiye’ye kazandırarak Doğu
Anadolu bölgesinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin etkinliğinin artmasına ve
böylece devam etmesine giden yolu açacaktır .
Van örneğinin açıkca ortaya koyduğu üzere , büyükşehir belediyeleri uygulaması ülkede hem eyaletleşmeyi hem
de Sevr planının uzantısı olan
Balkanizasyonu Türkiye’ye taşıyacaktır ,
Daha
önceleri ilan edilmiş olan Büyükşehirlerin bugünkü gelişmelerine bakıldığı
zaman , birer milyonun üzerindeki nüfus yapıları ile bu merkezlerin kendi
vilayet sınırları içerisinde merkez Ankara’dan koparak eyaletleşmeye doğru
gittikleri görülmüştür . Edirne çevresinde bir Trakya Cumhuriyeti , İzmir bir
Ege Cumhuriyeti ,Antalya bir Akdeniz Cumhuriyeti ,Trabzon bir Karadeniz Cumhuriyetine
doğru gelişmeler gösterirken , Van ve
Diyarbakır gibi Büyükşehirler ise ,Türk
kimliğinin ötesinde farklı kimliklere dayalı
bazı etnik ve gayrimüslim devletçikleri Balkanizasyonun Anadolu’ya taşınması doğrultusunda öne çıkardıkları görülmektedir .
Konya,Kayseri,Eskişehir,Bursa ve Zonguldak,
gibi büyük kentler’de tıpkı İstanbul gibi kendi kontrol
edebilecekleri bir çevre hegemonyası
arayışı içine girmiştir . Büyükşehir ilan edilen kentler hemen yeni ilçe
belediyeleri oluşturarak bir anlamda yerel devletleşmeye doğru gitmektedirler
.İlçe belediyelerinin sayılarının artmasıyla da
büyükşehirlerin gücü artmakta ve zamanla
kendi sınırları içerisinde devletleşme olgusu yaşanarak ,
büyükşehirlerin otorite merkezi olduğu eyalet devletlerine doğru gelişmeler birbiri ardı sıra gündeme
gelmektedirler . İstanbul,Diyarbakır,Edirne,İzmir,Antalya gibi büyükşehirler
daha şimdiden kendilerini başkent ilan ederek bölgeciliğe başlamışlar ve
Türkiye Cumhuriyetinin başkenti Ankara’yı , ya dışlayarak ya da by-pass
ederek kendi bağımsız geleceklerine
doğru her türlü dış ilişkilere girmekten kaçınmamışlardır . Nüfus artışının
hızlı olması , başkent Ankara’nın seksen milyonluk bir ülke halkının istek ve
taleplerini tam olarak karşılayamaması
yüzünden ,halk kitlelerinin taleplerinin büyükşehir yapılanmaları
üzerinden yerel yönetimlerin üzerine yıkılması kolay bir yol olarak ortaya
çıkmış ve siyasal iktidarlar da bu
durumdan yararlanmaya bakmışlardır . Ciddi anlamda bir idari reform ile toplumun gereksinmelerini karşılamaktan uzak
kalan siyasal iktidarlar ,giderek büyüyen
kentleri büyükşehir belediyelerine dönüştürmeye öncelik vermişler ama
dış bakılar ve yönlendirmeler nedeniyle yeni vilayet kurmaktan uzak durmuşlardır
.
İki
binli yıllara girildikten sonra Türkiye üzerinde küresel emperyalizmin
baskıları daha da artınca,bu kez Büyükşehir Belediyeleri kanunu ile yetinmekten
vazgeçilerek yeni adımların atılması gerçekleştirilmiştir . Önceki
cumhurbaşkanı döneminde hem kamu yönetimi hem de yerel yönetimler reform
tasarıları meclise getirilmiş ve bunlar hızla parlamentodan geçirilerek
,küresel emperyalizmin yeni eyalet devletçiklerini oluşturma girişimlerine hız
verilmiştir . Eski bir Anayasa Mahkemesi başkanı olan önceki cumhurbaşkanı bu
reform tasarılarındaki oyunları görerek her iki yasayı da veto etmiş ve
böylece Türkiye Cumhuriyeti devletinin
kurucu iradeden gelen ulusal ve üniter devlet modelini sorumlu ve vatansever
bir devlet başkanı olarak korumuştur . Bu cumhurbaşkanı döneminde , kent
devletlerine gidecek yolda reform
görünümlü bölücülük amacına ulaşamayınca ,bu kez başka yollar denenmiş ve
Avrupa Birliği sürecinde yeni adımlar atılırken , büyük kentleri başkent
Ankara’dan ayıracak girişimlere öncelik verilmiştir . Avrupa Birliğinin vermiş
olduğu paralar ile bölücülüğün merkezi
olan Diyarbakır’da bölge istinaf
mahkemesinin temelleri atılmıştır . Daha sonraki aşamada dokuz ayrı büyükşehir yeni istinaf mahkemelerinin merkezleri olarak
ilan edilmiş ve böylece kısa dönemde
Türkiye’nin başkenti Ankara’nın yanı
sıra dokuz eyalet oluşumu ile ,on eyaletten oluşacak bir federasyon arayışı
dönemi başlatılmıştır .Bunun yanı sıra ,kalkınma ajanslarının 12 ayrı
büyükşehirde kurulması da ,kentlerin
devletleşmesi doğrultusunda yeni bir adım olarak eyaletleşmeyi hızlandırmıştır
.Bu gibi adımlar yeni yasalarla atılırken , genç bürokratlar da Amerika’ya
gönderilerek , eyaletleşme ve eyalet
yönetimi üzerinde kurslardan geçmişler ve gelecek de eyaletlerden oluşacak
federasyon yapılanması doğrultusunda eğitim almışlardır . Amerikan devleti bu
doğrultuda bürokratların yanı sıra bazı bilim adamı ve yargıçlara da burslar
vererek , hem eyaletleşme hem de federasyon devleti oluşumu konularında
yetiştirilmişlerdir . Böylece idari yapılanmaların yargı ayağı da
tamamlanarak ulusal ve üniter devletten
kopma süreci hızlandırılmıştır . Küresel
sermayenin ulus devlet düşmanlığının etkisi altında kalınarak , kentlerin ulus
devletlerin başkentlerinden koparılmalarına giden süreç hem hızlandırılmış hem
de bu doğrultuda yeni adımlar atılarak ,küresel emperyalizmin yeni dünya
düzeni eyaletler ya da kent
devletçikleri üzerinden kurulmağa çalışılmıştır .
Ulus
devletin merkezi yönetimine son verecek derecede keskin adımlar atılırken , kentlerin dönüştürülmesine öncelik
verilmiş ,batı emperyalizmi yerli
işbirlikçilerini bu doğrultuda dolduruşa
getirerek , kentlerin merkezi olmayan bir biçimde yeniden ele alınmalarını
sağlamıştır . Yerelleşmeye öncelik veren adımlar atılırken ,yeni yasal
düzenlemeler yapılmış , bakanlıkların yurt içi örgütleri de bu doğrultuda daha
farklı düzeylerde çalışmalara yönlendirilmişlerdir . ABD Büyük Orta Doğu
,İsrail Büyük İsrail , Avrupa Birliği ise Büyük Avrupa plan ve projeleri
doğrultusunda ulusal ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetini eyaletleşmeye doğru yönlendirirken ,
bölgesel federasyon yapılanmasının
temelleri kentsel dönüşüm adımları ile
atılmağa çalışılmıştır . Avrupa Birliği Türkiye’yi üye yapma konusunu bir pazarlık ve şantaj olarak öne sürerken , ABD ve İsrail ikilisi bölge devletlerinin
sınırlarını değiştirecek derecede terör ve savaş saldırganlığını bütün bölge devletleri ile beraber Türkiye’ye
de yönelterek yol haritalarında ilerleme
sağlamağa çalışmışlardır . Türkiye’de merkezi yönetime son verecek derecede köklü
ve radikal adımlar atılırken ,kentlerin
dönüştürülmesine öncelik verilmiş ve giderek büyüyen kentler , kentsel dönüşüm
planları çerçevesinde yeniden yapılandırılmağa çalışılmıştır . Ülkeyi merkezi
yapılanmadan çıkarma doğrultusunda yapılan yerel yönetim girişimlerinin , zaman
içerisinde kentsel dönüşüm plan ve programları ile de desteklenmeleri , dönüşüm
sürecini daha da hızlandırmış ve bir an önce sonuç almak isteyen küresel
sermaye ile beraber ABD ve İsrail devletlerinin Türkiye yönetimi üzerindeki
etkilerini daha da artırmıştır . Merkezi yönetim ve başkent Ankara bir yana
bırakılarak , Ankara’daki meclis Ankara’nın içinin boşaltılmasına alet edilmiş
,anayasa ve yasalar daha tam olarak değiştirilmeden , Ankara’nın başkent olma statüsü kaldırılmadan
,anayasaya aykırı bir biçimde kamu bankalarının merkezleri yeni Bizans
olarak tanımlanmağa başlayan İstanbul’a
götürülmüştür .
Kentsel
dönüşüm projeleri uluslar arası
konjonktürün ulus devletleri tasfiye sürecinde bir dayatması olarak ortaya çıkınca , hem bu konuda çeşitli
bakanlıklar üzerinden yeni bazı
uygulamalara gidilmiş hem de hükümetin öncülüğünde bütün yerel yönetimler kendi yörelerinde
kentsel dönüşüm işine kalkışmışlardır . Kentsel dönüşüm konusu yerel düzeyde ele alındığında daha çok imar
ve çevre düzenlemesi olarak öne çıkmış ve belediyeler kendi yörelerini yeniden
düzenleme doğrultusunda çağdaş
gelişmelerin ışığı altında yeni imar
planları ile dönüşüme yönelmişlerdir . Bir anlamda kentler içinde insanların
yaşadığı yöreler olmaktan çıkarak
,küresel emperyalizmin yaratmak istediği piyasalar dünyasının yerel
merkezleri durumuna sürüklenmişler
,dışarıdan gelen yabancı sermayenin öncülüğünde bütün yerleşim merkezlerinde
alış veriş merkezleri büyük alanlara inşa edilerek , geleneksel çarşı ve
pazarlar çöküşe mahkum edilmişlerdir . Batı dünyasının önde gelen tekelci
şirketlerinin ve onların markalarının yer aldığı alış veriş merkezleri dolar ve euro üzerinden ticaretin yapıldığı
alış veriş merkezleri ile yurdun bütün köşelerine girdiği zaman tüm yerleşim yerlerindeki dükkan ve mağazalar satış yapamaz hale
gelmişler ve zamanla iflas ederek piyasayı küresel şirketlere terk etmişlerdir
. Kahraman bakkallar kredi kartı ile
satış yapan alış veriş merkezleri ile
savaşa kalkışırken , yoksul halk kitleleri bunların yanında yer almak istemiş
ama kredi kartı kolaylığı ile taksit olanakları yüzünden halk kitlelerinin
büyük çoğunluğu alış veriş merkezlerine teslim olmak zorunda kalmışlardır . Küresel şirketlerin
şubelerini içinde barındıran bu merkezler , kentlerin dönüşümünde en önemli
adım olmuş , halk kitleleri sağlanan kolaylıklar yüzünden geleneksel çarşı ve
pazarları terk ederek yeni
alış veriş merkezlerinin kartlı
abonesi olmuşlardır . Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki , Ankara ve
İstanbul Avrupa kıtasında en fazla alış veriş merkezlerinin kurulduğu kentler
olarak öne çıkmışlardır . Benzeri gelişmeler Türkiye’nin diğer büyük
şehirlerinde de görülen manzaralar olmuştur . Alış veriş merkezleri bütün yerleşim yerlerinin ve kentlerin
geleneksel düzenlerini bozarak kentsel dönüşümün önünü açmışlardır .Bir anlamda
kentsel dönüşüm , çeyrek yüzyıl önce başlanan
alış veriş merkezleri zincirinin tüm
bölgelere yayılmasıyla
başlamıştır denilebilir .
Belediyeler rant kazanmak ve yeni imar planları
hazırlayarak , bunlar aracılığı ile daha fazla bir gelir elde edebilmek üzere kentsel dönüşüm planlarına yöneldiğinde , her
yerleşim biriminin kendine özgü sorunları gündeme gelmiş ,bu doğrultude
belediyelerin birbirinden farklı yeni imar planlarına yöneldikleri görülmüştür
. Küreselleşme akımı genel anlamda yepyeni bir dünya düzeni oluşturmak
üzere yola çıktığı için , her kent bu
doğrultuda bir kıpırdanma içine girmiş ve yerel yönetimler yörelerini
güzelleştirmek ya da modernleştirmek üzere yeni yapılanmalara girişmişlerdir . Daha
önceleri mahallelerde görülen yerel
güzelleştirme derneklerinin bu uğraşını yerel yönetimler kendi görevleri
saymışlar , güzelleştirme ve modernleştirme adı altında ya da gerekçesiyle yöresel yıkım ve değişim planlarını öne
çıkarmışlardır . İçinde oturulamayacak duruma gelen yüz yıllık ya da elli senelik binaların yıkımına öncelik verilmiş ayrıca son yıllarda
çokça görülen depremler nedeniyle zelzele kuşağında bulunan bütün binaların
yıkılmasına da öncelik verilmiştir . Bu noktada İstanbul depremi bir büyük
sorun olarak gündemde tutulmuş ve bu noktadan yola çıkılarak İstanbul kentinde
halen kullanılmakta olan Osmanlı
döneminden kalma binaların yıkımına
ağırlık tanınmıştır . Büyük bir deprem tehlikesi ile karşı karşıya
bulunan İstanbul’u bu tehlikeden kurtarmak üzere , kentin en eski binalarının bulunduğu
semtlerde toptan yıkımlara gidilmiş
,halk kitlelerini evsiz bırakmamak üzere belediyeler üzerinden önlemler
alınarak dışarıda kalan halka geçici
barınma olanakları sağlanmıştır . Kudüs ile
Büyük Orta Doğu bölgesinin merkezi olma yarışı içinde olan
İstanbul’un deprem ile tehdit edilmesi
tehlikesi bu kentin rekabet yarışında geride kalmasını
sağlayabileceği görülmüş ama buna rağmen kentsel dönüşüm planlarından
vazgeçilmeyerek , İstanbul’un yeniden inşasına devam edilmiştir .
Küresel sermaye, okyanus ötesinden
dünyayı yönetemez bir noktaya sürüklendiği için
kendi denetimi altındaki medya aracılığı ile İstanbul’u dünya ticaret merkezi olarak ilan ettirmiş
ve bu doğrultuda Atatürk’ün adını kullanarak Ataşehir adı
altında kendisi için yeni bir yerleşim merkezi inşa ettirmiştir . İstanbul’un Anadolu yakasında yer alacak bu
sermaye merkezi New York bankalarının elindeki sermaye gücünü Yeni Bizans projesinin merkezi olacak
İstanbul’a taşıyacak ,bu nedenle de kentsel dönüşüm projeleri ile bu eski
kent dünya ticaret merkezi olarak
yeniden yapılandırılacaktır . İstanbul Belediyesi tarafından yürütülen kentsel
dönüşüm projelerine bakıldığı zaman küresel sermayenin dünya ticaret merkezi
planına öncelik verildiği , hiç bir biçimde Türk devleti ya da halkının ulusal
çıkarları doğrultusunda bir yeniden yapılanmaya gidilmediği anlaşılmaktadır
.Dış tercihlere öncelik veren ,küresel sermayenin yeni yerleşim merkezi olarak
seçilen İstanbul’un kentsel dönüşüm projelerinde bunlara öncelik tanındığı ama
hiçbir biçimde İstanbul halkının ya da Türk devletinin beklentileri
doğrultusunda kentsel dönüşüm girişimlerinin gündeme getirilmediği
görülmektedir . Kentsel dönüşüm bir
anlamda Türklerin İstanbul kentinin sönüşümü olmakta ,ama daha sonraki aşamada
da küresel sermayenin yeni dünya ticaret merkezi olarak yepyeni bir yapılanmayı devreye sokmaktadır . Kentsel dönüşüm
İstanbul’u yeniden Bizans’a ya da Konstantinopolis’e dönüştürürken
,Osmanlılardan kalan Türklerin İstanbul’unu tarihin tozlu sayfalarına
göndermektedir . Bu kentte yaşamakta
olan gayrimüslimlerin öncülüğünde Yeni Bizans projesi Fener Patrikhanesinin
yönetiminde devreye girmekte ,İstanbul Türklerin ya da Türkiye’nin en büyük
kenti olmaktan çıkmaktadır . Bir yandan Bizans’a geri dönüş diğer yandan
küresel sermayenin dünya ticaret merkezini bu kentte kurmağa çalışması ,
İstanbul’u geleceği belirsiz bir kent
konumuna getirmiştir . Deprem tartışmaları sürdürüldükçe , İstanbul’un eski
semtleri toptan yıkılarak , yeni hazırlanan projelerin uygulama alanlarına
dönüştürülmektedir .
Kentsel
dönüşüm süreci Türkiye’de yeni bir dev kamu kuruluşu olarak Toplu Konut
İdaresi’ni öne çıkarmıştır . Emlak bankasını kapatan , bu banka üzerinden
yürütülen yapı ve inşaat projelerini
Toplu Konut İdaresine teslim eden iktidar partisi bir yönü ile de bu
kamu kurumunun bir büyük dev olarak piyasayı kaplamasına yol açmıştır .
Yıllardır sürüp giden kentleşme
eğilimlerinin çarpık bir duruma
gelmesi yüzünden devlet bu alana
müdahale ederek Toplu Konut İdaresini devreye sokmak durumunda kalmıştır
. Batının kontrolu altında bir kapitalist ekonomiyi yaşam düzeni olarak seçen
Türkiye Cumhuriyetinde insanların yaşadığı kentler her türlü rant kavgasının çekişme alanları
olarak öne çıkarken ,maddi durumu çok geride olan bazı yerel yönetimlerin ,
kentsel dönüşüm alanları ilan ederek buralardaki eski binaları yıkmağa yöneldikleri
ve elde ettikleri boş alanlar üzerine de çeşitli projelerin yapımını gündeme
getirdikleri görülmüştür . Türkiye’yi son on yıldır yönetmekte olan ılımlı Müslümanların partisi sahip olduğu liberal düşünceler ile kentsel dönüşüme ekonomik açıdan bakmış ve
böylece kendisini destekleyen çeşitli cemaat kadrolarına , kentsel dönüşüm
projelerinde hem iş hem de ihale olanakları getirmiştir . Çarpık kentleşmeye
devlet müdahale edince , bu kent yağmasına ve imar rantlarına geçiş dönemi
başlatılmış ve bu konuda da hem iktidar partisinin elindeki belediyeler
ile gene hükümetin denetimi altındaki
Toplu Konut İdaresinin ortak çalışmalara yönlendirildikleri görülmüştür .
Vatandaşın barınma ve konut gereksinmeleri
doğrudan doğruya Toplu konut idaresi üzerinden karşılanmağa çalışılmış
,piyasa ve inşaat sektörü eskiden olduğu gibi Karadeniz’li müteahhitlere
bırakılmamıştır .
İnşaat
sektörü daha çok göç alan kentlerde gelişmeler gösterirken , hükümetin
yönlendirmeleri ve iktidar partisinin elindeki belediyeler yurdun her köşesinde
toplu konuta yönelmişler ve bu
doğrultuda Toplu Konut İdaresi büyükşehirlerin ve illerin yanı sıra ilçelerde
de belirli bölgesel düzenlemeler çerçevesinde toplu konut yapımını
gerçekleştirmeğe çalışmıştır . Anadolu
insanını tümüyle eski ve yıpranmış binalardan kurtarma doğrultusunda
geliştirilen toplu konut projeleri
Anadolu’yu yeniden inşa ederken ,yıkılan eski mahallelerin yerinde yeni
rant tesisleri yükselmeğe başlamıştır . TOKİ’nin devreye girmesiyle daha güçlü
bir yapılanma içine giren kentsel
dönüşüm projeleri , kentlerin yayılması
üzerine merkezde kalan eski yapıların bütünüyle yıkılmasını öne çıkarmış ,
merkezde yer alan okul binaları ya da kamu kurumlarının çalışmalarını
sürdürdüğü yapılar zamanla yıkılmış ve bunlar kentin dış semtlerinde yeniden
daha modern bir biçimde yapılırken ,merkezi alanlarda ortaya çıkan boş
alanlar çeşitli ticari girişimlere konu
olmuştur . Bu gibi boş alanlar alış
veriş merkezlerine olduğu gibi ticaret ve iş merkezlerine ya da çeşitli ekonomik girişimlerin yatırım yapılanmalarına tahsis edilerek piyasa ekonomisinin canlandırılmasında
kullanılmıştır . Küresel emperyalizmin
istediği piyasa ekonomisinin hegemonyası , kentsel dönüşüm plan ve projeleri
sayesinde gerçekleştirilmiş , bir yanda
toplu konut siteleri yapılarak kentler yenilenirken diğer yandan da yıkılan binalardan ,okul ve kamu yapılarından
geri kalan boşluklar da piyasa ekonomisini canlandıracak doğrultuda yeni
yatırım alanlarına öncelik verilmiştir .Bu amaçla planlar ya da projeler değiştirilmiş
,parayı verenin düdüğü çaldırması gibi , yerel yönetimler de döviz getiren yabancı sermaye kuruluşlarına
kentlerin en güzel ve merkezi alanlarına açarak ya da tahsis ederek , teslim
olmanın açık örneklerini göstermişlerdir
Siyaset
alanında devletlerin küçültülmesi nedeniyle devreye giren mafya-çete-cemaat
yapılanmaları ,bütün belediyelerde devreye girerek bu yerel kuruluşların imar
planı hazırlıklarında ya da öncelikli
arsa ve yer tahsislerinde önde gelen önemli roller oynamışlardır . Bu yüzden
kısa zamanda yeni zenginler sınıfı oluşmuş , vatandaş türban ya da laiklik
kavgası ile uğraşırken atı alan köprüyü
geçerek yeni zenginler sınıfı içindeki
yerlerini almışlardır . İmar planı yetkilerinin ve imar vergilerinin yerel
yönetimleri devri sonrasında , bütün belediyeler kentsel dönüşüm planlarına
yönelerek merkezi alanlardaki eski binaları yıkarak ve ortaya çıkan boşluklar
içinde yeni planlar hazırlayarak kentsel
dönüşüm görünümünde büyük rant oluşumları sağlamışlardır . Bu yüzden belediye
seçimleri ve yerel yönetimler birer rant kavgasının alanları durumuna gelmiştir
. Hiç gerekmediği halde , kendi yandaşlarına rant geliri yaratmak zorunda kalan
partili yerel yönetimler olduk olmadık yerlerde kentsel dönüşüm ya da yeniden yapılanma planları adı altında
tamamen yandaşlara gelir ve rant kazandırma girişimlerine kalkışabilmektedirler
. İktidar partileri de genel seçimler sırasında yerel yönetimlerin
desteklerine gereksinme duydukları için
,bazı hukuka aykırı girişimleri ya da plan ve programları görmezden
gelebilmekte ve bunun sonucunda da tüm belediye yönetimlerinin yargı yerlerine
düşmesi gibi olumsuz durumlar görülebilmektedir. Siyasal iktidarlar yerel
yönetimleri kendi tabanlarını doyurma yeri olarak gördüğü sürece kentsel
dönüşüm projelerinin rant yaratmaya dönük girişimler olmaktan kurtulması mümkün
olamayacaktır . Afet riski taşıyan bölgelerde ve deprem kuşağı üzerinde kesinlikle uygulanması gereken kentsel
dönüşüm projelerinde ,acil yerlerin bir yana bırakılarak daha fazla gelir
getirebilecek rant alanlarına öncelik verilmesi ,bu alanda önlem alınmasını
engellemektedir .
Kent
yağmasının yanı sıra yeşil alanların da yağma konusu olarak seçilmesi bu konudada yeni düzenlemelere gidilmesini
zorunlu kılmıştır . Özellikle 2-B
arazisi olarak gösterilen orman vasfını yitirmiş orman kenarı bölgeler için
düşünülen villa kent projelerinde İspanya gibi devletlerin içine sürüklendiği
çıkmazların iyi hesap edilmesi gerekmektedir .İspanya’da yabancılar için bu gibi alanlarda yapılan
villa kentler elde kalmış ekonomik kriz nedeniyle Avrupa ülkeleri durgunluğa
sürüklenince , kimse İspanya’ya giderek
bu orman kenarında yapılan villa kentlerden ev almamıştır . Türkiye’yi ekonomik
darboğazdan kurtaracak ve elli milyar gelir getirecek projeler olarak öne
ürülen 2-B arazisi planlarının uygulamaya geçirilmesi sırasında İspanya ve İtalya,Yunanistan gibi ülkelerin
içine sürüklendiği çıkmazlardan iyi dersler alınması gerekmektedir . Aksi
takdirde ,villa kentler kurmak üzere orman arazisi statüsünden çıkarılan güzel
vatan köşelerinin de kentsel dönüşüm adına
yabancıları yok yere tahsis
edilmesi gibi olumsuz durumlar ile Türkiye ‘de karşılaşabilecektir . Ayrıca
hazineye ait tarım arazilerinin bazı tekelci küresel şirketlere yok pahasına
tahsis edilmesi de yeni peşkeş tartışmalarını öne çıkartabilecektir . Yağma ve
talan girişimleri dıştan destekli emperyal organizasyonlar ile örgütlenirken
,ülkenin önemli su yatakları,tarih ve kültür hazineleri,turizm alanları, ,
petrol ve doğal gaz yatakları ile diğer maden arazilerinin de yok pahasına yabancıların eline geçmeleri
söz konusu olabilecektir . Türkiye Cumhuriyeti bugün Misakı Milli sınırları içindeki vatan
topraklarının neredeyse onda birini
yabancılara çeşitli yönlerden tahsis etmiş bir durumdadır . Yer altı
zenginliklerinin özelleştirme ya da küreselleşme görünümü altında yabancılara
tahsis edilmesiyle beraber çeşitli kentler tehdit altında kalmakta
,zengin altın madenlerinin yabancılar tarafından çıkarlımsa yüzünden koskoca
Bergama kenti yaşanmaz bir konuma düşürülmektedir . Bir çok kentin toprak
altında çeşitli maden ve enerji yataklarının bulunması yüzünden de , bu
bölgelerde dolaylı yollardan kentsel dönüşüm projeleri devreye sokularak , bu
gibi değerli toprakların üzerinde insanların yaşamlarına son verilmektedir .
Küresel şirketlerin maden ve enerji gereksinimleri yüzünden bazı kentler Bergama’da olduğu gibi yaşanmaz bir hale
gelmekte ve kentsel dönüşüm bir yönü ile de
halk kitlelerinin kendi
topraklarından sürülmelerine yol açmaktadır .
Kentsel
dönüşüm ,küresel emperyalizmin bütün dünya devletlerine dayatmış olduğu bir
zorunluluktur . Finans kapitalin dünya imparatorluğu hedefi doğrultusunda ,ulus
devletler tasfiye edilirken , önce büyük şehirlerin öncülüğünde eyalet
yapılanmalarına öncelik verilmekte ,daha sonraki aşamalarda da kırsal kesimde yaşayan bütün insanların şehirlerde toplu olarak
yaşayacakları kent devletlerinin oluşturulması planlanmaktadır . Kentsel
dönüşüm programları bu doğrultuda büyük
şehirler merkezli olarak öne çıkarılmakta ama toplumsal tabanın para
kazanabilmesi için diğer kentlerde ve
yerleşim merkezlerinde devreye sokulmaktadır . Bu nedenle , kentsel dönüşüm
demek aslında kent devletleri kurulması anlamına gelmektedir . Geçmişten gelen
geleneksel kentsel yapılar, geçici olarak görülen ulus devletler döneminde modernleştirilmeğe
çalışılmış ama son tahlilde kent
devletlerinin kurulması düşünüldüğü için
kentsel dönüşüm projeleri rant aşamalarından sonra yeni yapılanmaların
adımları olarak görülmektedir . Kamu yönetimlerinde yapılan reform
girişimlerinde bir çok merkezi yetkinin yerel yönetimlere devredilmeğe
çalışılması , yerel yönetim reformu adı
altında gündeme getirilen yeniden yapılandırma girişimleri hep birlikte kent devletlerine doğru
gidişin öncü hazırlıkları olarak öne
çıkmaktadır . Bu nedenle , kentsel dönüşüm projelerine soyunan yerel yönetim
birimleri ,kentlerini geleceğe dönük devletleştirirlerken , kentlerini devletleştirme yolunda merkezi devleti ya da devletin ulusal ve
üniter yapısını yıkmakta olduklarını da akıllarına getirmelidirler .İnsanlığı
modern çağa ulaştıran ulus devletlerin ortadan kaldırılarak , yeniden orta
çağın kent devletlerine doğru bir
gidişin tezgahlanması tam anlamıyla
insanlığın geri gidişi olacağı açıktır .
Küresel şirketlerin çıkarları uğruna kurulacak dünya imparatorluğunda bir avuç
azınlığın hegemonyasının geçerli olması
post-modernizm adına gizlenirken
, bütün insanlığı modernizmin çağdaş dünyasına taşımış olan ulusal ve üniter
devlet yapılarından vazgeçilerek dünya halklarının batılı emperyal devletlerin
insafına terk edilmesi tam anlamıyla bir geri gidiş ve çözülmesi gerekli çok büyük bir çelişki
olarak dünya kamuoyunun önüne
çıkmaktadır .
Yerkürenin
ikliminin değişmesi yüzünden , dünyanın çeşitli bölgelerinde ciddi boyutlarda doğal afetler ile karşı
karşıya kalınmaktadır .Suni olarak deprem ya da her türlü atmosfer olayı
yaratma şansını ele geçirmiş olan insanoğlunun yarın çıkarları için her türlü
çılgınlığı yapması mümkündür .Bu gibi istenmeyen durumları dikkate alarak ve
doğal afetlerin yaratabileceği mahzurları gidermek üzere önümüzdeki dönemde
dünya haritası üzerinde tarihin çeşitli
dönemlerinde görüldüğü gibiyeni göç dalgaları
ortaya çıkabilir . Bu nedenle , kentsel dönüşüm projelerini insanlığın bu tür acil gereksinmelerini
karşılamaya yönelik olarak yeniden gözden geçirmek yararlı olacaktır . Eğer
gerçek anlamda insanlığın yararına bir kentsel dönüşüm düşünülüyorsa o zaman,
her türlü rant düşüncesini bir yana bırakarak ve küresel sermayenin ulus devletleri tasfiyesini hedefleyen kent
devleti oluşumlarından vazgeçerek daha
gerçekçi ve bilimsel amaçlı kentsel dönüşüm projelerinin devreye sokulmasında
büyük bir kamu yararı olacaktır. Gerçek anlamıyla kentsel dönüşüm, bütün
insanlığın hayrına ve yararına
oluşturulmalı, rant ve siyasal çıkar düşüncelerinden uzak bir
çizgide bilimsel ve gerçekçi
esaslara dayalı bir biçimde tamamlanmalıdır.. .
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder